Translate

25 Ağustos 2019 Pazar

11.Krakow - Wieliczka (Tuz Madeni) - Oravsky Podzamok - Vlkolinec Köyü

14.07.2016. 

  Uyandık kahvaltılı bir otel almamıştık biz de yakınlarda bir Mc Donalds'a gidip hafif bir şeyler yedik.
  Otelimiz şehrin dışındaydı dolayısıyla Krakov'a geldik. Arabayı önce Krakow Ulusal müzesinin yanındaki otoparka park ettik. Ama sabahın köründe müze kapalı idi. Peki niye buradayız? Biz de kendimize bunu sorduk ve tekrar arabayı otoparktan alıp Wavel kalesini görmeye için yola çıktık. 

  Yine de müzenin önünde alınan birkaç fotoğraf çektim. Üstelik 2016 yılının Ekim ayına kadar Dünya Gençlik Günü kapsamında düzenlenen ve merhamet yılı bağlantılı Maria Mater Misericordiae sergisi de bizim orada olduğumuz zaman sergileniyordu. 



   
  Wisla nehrinin eteklerindeki Wavel kalesinin bulunduğu bölgeye geldik. Arabayı Powisle 11 deki binanın altındaki kapalı otoparka park ettik. Powisle 11 Wavel eteklerinde bir modern bina onu takip eden çok büyük bir de park alanı var. Wisla nehrinin kenarındaki bu parkı şimdi serin serin dolaşıyoruz.



İnternetten alınmış bir fotoğraf






 Bu park gerçekten çok hoş bir yanda Wisla nehri diğer yanda tepede Wavel kalesi etrafta kafeler hediyelik eşya dükkanları. Ama park çok tenha çünkü çok erken bir saatte buradayız. Artık programı yetiştirmek için epey bir erken kalkmaya başladık.





  Parkta ağzından ateş püsküren bir de ejderha yapmışlar. Bu ejderhanın adı Wawel ejderhası. Belirli aralıklarda ağzında ateş çıkarıyor. 


    Wawel ejderhası bir Polonya efsanesidir ve popülaritesini hala korumaktadır. 


  Hikaye şöyle Wawel kalesinin altında yaşayan bir ejderha varmış ve koyunları keçileri inekleri hatta insanları yiyormuş. Krakow halkı bakmışlar olacak gibi değil ejderhayla bir anlaşma yapmışlar. Anlaşmaya göre ejderhaya her ay bir kız getirecekler karşılığında da ejderha halkı rahat bırakacakmış. Ejderha bunu kabul etmiş, ama bir süre sonra şehirde kız kalmamış sadece kralın kızı kalmış. Kral buna karşı çıkmış ve bir fetva verip kim ejderhayı öldürecek kızımı ona vereceğim demiş. Bunu duyan Dratewka adlı bir ayakkabı ustası bir koyunu öldürmüş ve içine sülfür doldurup dikmiş ve ejderhaya hediye etmiş. Ejderha koyunu yer yemez çok susamış ve Wisla nehrini tüm suyunu içerek patlamış. Sonu malum...


    Wavel tepesinin alt yamacında konumlanan bu heykel mistik bir canavar ve kale bu canavarın üzerine kurulmuştur. Canavarın mağarasında heykelin tam arkasında. Buradan kapalı ama sanırım kalenin içinden girip gezilebiliyormuş.







Parkın hemen solundan Wavel kalesine doğru çıkıyoruz.



Kaleye doğru tırmanıyoruz. Bu arada iki kumruyu da çekmek istedim ne flörtleşme ama...






   Wawel Polonya halkı için büyük bir öneme sahiptir. Wawel tepesindeki ilk yerleşimler Paleotik döneme kadar uzanmaktadır. İlk önce 9. yy da Vistulans kabilesinin siyasi güç merkezi 10 yy başlarında Hristiyanlık merkezi olmuştur. 
   Wawel Kalesi Büyük Kral II.Casimir'in emriyle 1330-1370 yılları arasında inşa edilmiştir. 





   Polonya'nın en büyük kalelerinden biri olan Wawel Kalesi Avrupa'nın ortaçağ, Rönesans ve Barok mimarisinin stillerinin hepsini barındırmakta.


  1978 yılında Krakow'un tarihi merkezinin bir parçası olarak UNESCO Dünya Mirası Listeleri arasında yerini almıştır.


      Yüzyıllar boyunca Polonya krallarının ikametgahı olan kale Polonya devletinin bir sembolüdür. 
    1596 yılında başkentin Varşova'ya taşınması ile birlikte Kraliyet şatoyu terk etmiş ve Kalede Prusya ordusu tarafından yağmalanmıştır. Daha sonra Avusturya'lılar tarafından işgal edilip kalenin etrafına surlar örüp içi değiştirilmiştir. 2. dünya savaşı sırasında kalede Genel Vali Hans Frank ikamet etmiştir. 


    Kalenin dışı da çok görkemli ama ilgi alanınıza girerse içini de gezmeniz tavsiye olunur. Çünkü kale şu anda da ülkenin önde gelen sanat müzelerinden birine ev sahipliği yapıyor. Müzede Sigismund II Augustus goblen koleksiyonu, Polonya hükümdarlarının 1320 yılından 1764 yılına kadar törenlerde kullanılan taç giyme kılıcı Szczerbiec, silah, zırh, kuyumculuk çalışmaları, Meissen porselenleri ve İtalyan dönem mobilyaları, halıları  bulunmakta. Ayrıca müzede oryantal sanat alanındaki eserler, Avrupa'nın en büyük Osmanlı çadırı koleksiyonu da varmış. Bu bilgileri Wikipedia'dan aldım, dediğim gibi gezmedik. Nisan ile Ekim arası pazartesileri ve Kasım-Mart arası her pazar Wawel kalesi ve katedrali ücretsiz gezilebiliyor.




   Wisla nehri çok romantik görünüyor. Gerçi bugün hava kapalı yağmurda yağabilir. Ama yine de manzara harika.


Kalenin tam karşısında katedral bulunmakta.



Katedrale doğru yürüyoruz. Yağmur bastırdı bir dükkandan şemsiye aldık.



Meydanı ve etrafı gezemedik. Hızlıca yürüyerek Katedrale gittik.













   Yol üzerinde 13 yy da başlayıp 15.yy tamamlanmış olan manastır kilisesine de bir bakıverdik. Manastırın arazisi epey bir büyük. Yapılar gotik ve barok mimarisi karışımıdır. Ayrıca kilisede orta Avrupa'nın en güzel barok koro tezgahı bulunmaktaymış. Bununla beraber Rönesans sanatçısı Bartolommeo Berreci burada gömülüymüş.

Yağmur çok bastırdı. Çok gezemedik, hızla çıktık.


Hemen yanında katedralin arka duvarı var. Katedral çok yakın ama gitmek zorlaştı.




Çok şükür kapalı bir yer. Burada yağmurun dinmesini bekledik Ama nafile



  Wawel tepesinde bulunan ve kaleden 85 metre uzakta bulunan Wawel katedrali 1000 yıldır ülkenin ulusal tapınağıdır. Tüm Polonya hükümdarlarının taç giyme töreni burada yapılmıştır.



  Bugünkü katedral 3 yapıdan oluşur. İlk önce  11. yy da inşa ediliyor ve yıkılıyor. Daha sonra 12.yy da tekrar inşa ediliyor fakat 1305 ile 1306 yılları arasında çıkan bir yangında epey zarar görüyor. Ama 1320 yılında Kral I.Wladyslaw taç giyme törenini burada gerçekleştirir. Daha sonra 14. yy da piskopos Nanker'in emriyle bugünkü katedral gotik tarzda tekrar inşa edilir.



http://www.katedra-wawelska.pl/en/ adresiyle katedral hakkında epey bilgi sahibi olabilirsiniz.
 Artık Krakow'dan ayrılma vakti geldi. 

   

 Gerisin geriye hızlı adımlarla dönüp otoparktan arabamızı aldık ve navigasyonu Wieliczka'da bulunan tuz madenine yönlendirdik.

   Wieliczka şehrine geldik.  Wieliczka  Krakow'a 10 km uzaklıkta, madende bu şehrin içinde olup tuz madenine 15 dk uzaklıkta. Madene geldik fakat çok kalabalık otoparkta bile zor yer bulduk.


  Hemen bilet kuyruğuna girdik. İnanılmaz bir kuyruk. Tur grupları ayrı alınıyor. Bizim gibi gelenler ayrı alınıp bir tur rehber ile içeri giriyorsunuz. Zamanın gelmesini beklerken içeri girmemiz 1 saati buldu. 



    Tek geldiğinizde yani tursuz geldiğiniz de tavsiyem online bilet almanız. Çok kalabalık olduğu için önce ne yapacağınızı bilemiyorsunuz. Paranız zloty cinsinden olsun . Yabancıların giriş ücreti şimdilerde 92 zloty yaklaşık 23 Euro, 133 tl ye geliyor. Biz 2016 da hesapladığımızda kişi başı 80 Türk Lirasına denk gelmişti. Aşağıdaki linkten bilgi alabilirsiniz.

https://www.ebilety.kopalnia.pl/gs_rezerwacja.php?Continue=True

   Maden her yıl 1 milyonun üzerinde turist ağırlıyor. Bizim gittiğimiz sene yani 2016 yılında 1.5 milyon turist ziyaret etmiş.
   Bu arada iki rota bulunmakta biri turist rotası diğeri ise sadece madenleri gezmek için yapılmış maden turu. Biz bu sene turist rotasının seçtik. Başka sefer gelirsek diğerini de gezebiliriz.


    Eskiden tuz altın gibi bir değere sahipmiş. Daha önceden Halshatt kasabasında da bir tuz madeni görmüştük ama biz oranın içini gezmedik. Ama bu tuz madeni dünyanın en büyük yeraltı  tuz madenlerinden birisi. 15 milyon yıl önce deniz olan bu bölgede zamanla sular çekilir ve deniz tuz cennetine döner.

    Nihayet sıramız geldi tur rehberimiz ile birlikte binaya giriyoruz. Türkçe anlatımlı rehber yok. Biz İngilizce olanı tercih ettik ve inmeye başladık. İn in bitmiyor. Bu tahta basamaklardan tam tamına 378 basamak iniyorsunuz. 


 41. kat hala iniyoruz. Dışarıdan içeriye sürekli hava akımı var yaz kış hep 14 derece bir sıcaklık var içeride.

  Nihayet indik. Gezeceğimiz bölüm bu tuz madenin sadece %2 sini oluşturuyor. Galerinin toplam uzunluğu 300 km bu inanılmaz. Wieliczka tuz madeninin turist güzergahı 18. ve 19. yüzyıl başında kurulmuş kısmıdır. 64 metre ile 135 metre arasındaki derinlikler de bulunan yaklaşık 24 galeriden oluşan 3 km lik bir yolu gezeceğiz. Aslında 3000 den fazla galerisi varmış. Bir çok tünellerden geçip bir çok merdiven kullanacağız. Gezimiz yaklaşık 2,5 saat sürecek.


  Tuz madeninin giriş kapısına geldik.  Maden 1976 yılında ulusal anıtlar listesine girmiş. 1978 yılında ise UNESCO Dünya Mirasları Listesine girmiştir.1994 yılından beri Polonya tarihini bir anıtıdır. 30 Haziran 1996 yılında tuz işi artık kar getirmediği için tamamen kapatılmış ve turistik amaçla hizmet devam etmiştir. sadece 200 kadar madenci madenin ayakta kalmasını sağlamak amacı ile çalışmalara devam ediyorlarmış.

 Madeni ilginç kılan aslında tünelleri ve bölümlerin dışında sanat eseri gibi tuzdan yapılmış heykelleri ve biraz sonra göreceğimiz büyük galerisidir. Şu anda 64 metre derinlikte Level 1 deyiz.























  İlk gördüğümüz figürler 1600 ve 1700 yılları arasında madenden tuz çıkaran işçileri temsil ediyor.


Tünelin tüm duvarları tuz istediğiniz kadar tadabilirsiniz.


 

   Rehberimiz anlatıyor, bizde dinliyoruz. Bazı zaman flash kullanamadım o yüzden fotoğraflar çok iyi çıkmadı maalesef. Aslında flash kullanmakta bazı yerlerde çok işe yaramadı. Burası çok karanlık iyi bir fotoğraf makinesi şart.






  Bu heykel Kopernik, dünyanın ve diğer gezegenlerin güneşin etrafında döndüğünü bulan kişi.

Işıkladırılmış hali internetten.... bize çok az ışık veriyorlar maalesef

Tünelden ilerliyoruz ve bir Türk imzasını atmış .....





Polonya'lı Kral Boleslaw'ın Prenses Kinga'ya evlenme teklifi ederken tuzdan heykel figürleri



   Bu arada Prenses Kinga'da Polonya halkı için önemli biri. Rivayete göre Prenses Kinga bir Macar kralı IV. Bela'nın kızıdır. Krakow prensi Boleslaw V. Chaste Prensesle evlenmek istediğini söyler. Babası Macar kralı IV. Bela onu Malarama'daki bir tuz madenine götürür. Polonya'ya gitmeden önce nişan yüzüğünü Bolesław'dan fırlatır. Krakov'a vardığında, madencilerden bir kaya bulana kadar derin bir çukur kazmalarını ister. İnsanlar orada bir miktar tuz bulur ve ikiye böldüklerinde prensesin yüzüğünü bulurlar. Böylece Kinga, Polonya başkentinde ve çevresindeki tuz madencilerinin koruyucu azizi haline gelir.


   Krakow prensi Boleslaw V. Chaste'nin Prenses Kinga'ya verdiği yüzüğü temsil eden tuzdan heykel.






  O yıllarda madenin nasıl çıkarıldığını anlatılan figürlerle temsil edilen bir alan geliyoruz. Atların kullanışı ve tuzu getirme yöntemleri gibi.



   Atlar yüzyıllar boyunca çalışmışlar. Büyük tuz kütlelerini vagonlarla bir yerden bir yer iten, makaralı sistemleri döndürerek yukarı çıkmalarının sağlayan hep atlar olmuş. 









Tuzdan yapılmış diğer bir heykel ise Polonya Kralı III. Kazimiers.



  Kral Kazimiers 1310-1370 yılları arasında yaşamış barışçıl bir kral olduğu içinde Polonya halkı tarafından çok sevilen bir kişiymiş. Kendisi Wieliczka Tuz Madeninin gelişmesine büyük katkıda bulunmuş bir çok ayrıcalıklar sağlamış ve 1363 yılında madenciler için madenin yanında bir hastane kurdurtmuş.










   Burada yaşanan üzücü olaylarda var tabi. Madende çalışan işçilerin ve atların %10'u maden şartları, nemli hava ve tabi ki iş kazaları nedeniyle ölüyormuş



6000 yıl önceki Neolitic döneme ait tuz çalışmaları...Fotoğraflara rütuş yaparak  koydum





İnmeye devam ediyoruz. Epey bir indik indiğimiz yeri göremiyoruz bile.



Bazı galeriler, tüneller emniyet dolayısıyla kapalı. 


Tuzun yoğunluğunu görebiliyor musunuz ?





   Şu  anda Level 2 deyiz. 90 metre aşağıdayız. Burada cücelere ait heykellerle o günleri anlatan bir kompozisyon oluşturmuşlar. Figürlerde taşıyıcı, kırıcı ve at arabası sürücüsü heykeller bulunmakta.


Heykeller 1960 yılında Stefan Kozik tarafından tuzdan yapılmış.


   Maden içinde kolay hareket edilmesi içi cüceler ve çocuklar çalıştırılmış. Çalışan işçiler hep erkekmiş.


   Büyük galeriye girmeden önce Hz. İsa ve Hz. Meryem'in bulunduğu küçük bir şapeli geziyoruz.


  Çarmıh şapeli. Hz İsa'nın çarmıha gerilişini gösteren tahtadan yapılmış bir heykel, diğer yanında ise Hz. Meryem'e ait bir heykel bulunmakta. Tam tepemizde de bir avize.

         


   
     Şimdi bu tuz madeninin en önemli galerisine geliyoruz. St. Kinga Şapeli diğer bir adıyla yeraltı kilisesi. Yerin tam 101 metre altına yapılmış bir kilise. Bence inanılmaz bir şey. Burada ekstradan fotoğraf çektirmek için 10 zloty ödeniyor. Ama bence değer. Gerçi fotoğraf çok kaliteli çıkmıyor ama hiç yoktan iyidir.

İnternetten aldığım bir fotoğrafla genel görünümünü paylaşmak istedim.


   1986 yılında açılmış bu kilise 70 yılda bitmiş. Şimdilerde törenler, düğün seremonileri, konserler, ayinler gerçekleştiriliyor. Düşünsenize 'nerede evlendin?' diyenlere 'yerin 100 metre altında' dermişsiniz.



    Galerinin sağından ve solundan inmek için merdivenler var. Toplamda 11 metrelik bir yüksekliği var. Yine iniyoruz. Toplam alan 465 metre kareden oluşan kiliseyi gezeceğiz şimdi.







  Duvarlar tamamen tuzdan oyularak yapılmış heykellerle dolu. Ama beni cezbeden tuzdan yapılmış avizeler oldu. 


Bence şahaser...







Ben etrafta deli gibi fotoğraf çekerken rehberin söylediklerini kaçırdım tabi.






























Leonarda De Vinci'nin Son Akşam yemeği tablosunun tuzdan kabartması yapılmış.












  Tam arkamda da Papa II.John Paul'ün tuzdan heykeli yapılmış. Kendisi burayı ziyaret eden ünlülerden biri. Okuduğum bilgilere göre Nicolaus Copernicus (Astronomi ile ilgilenen bilim adamı), Johann Wolfgang von Goethe (Alman Edebiyatçısı),  Alexander von Humboldt (Prusyalı doğabilimci ve kâşif)Fryderyk Chopin (Polonyalı piyanist ve bestecisidir), Dmitri Mendeleyev (Rus kimyager ve mucit), Bolesław Prus (Polonya'lı yazar),  Ignacy Paderewski (Polonyalı piyanist, besteci ve devlet adamı), Robert Baden-Powell (İngiliz izciliğin kurucusu), Jacob Bronowski von Unrug ailesi (önde gelen bir Polonya-Alman kraliyet ailesi), Karol Wojtyła-Papa John Paul II (ilk Polonya kökenli Papa), eski ABD Başkanı Bill Clinton ve diğerleri.





    Tam bu noktadan devam ediyoruz gezimize. Burada bir yeraltı gölü var. Bu göl tuzdan oluşuyor ve 8 - 9 metre derinlikte. Düşersen kurtuluş yok. Burada hepimiz dizildik kapılar kapatıldı ve karanlık bir ortamda sadece tuz mağarasının yanına yapılan tırmanma merdiveni aydınlatıldı ve bize müzik dinletisi yapıldı.



Karanlıkta çekilen fotoğraf bu kadar oluyor.


İnternetten de birkaç fotoğraf aldım ...





   Biz karanlık olduğundan böyle bir görüntü yaşayamadık. Karalıkta bir şeyler görmeye çalıştık Romantik olsun diye ışık sadece merdivenin kenarlarındaydı. 




 Şimdi daha da aşağıya iniyoruz. Şu anda 130 metre derinlikteyiz. Bize bu son merdivenlerden sonra galeride serbest zaman veriyorlar. Burada wi-fi alıyor biliyor musunuz?

    
     Michałowice odası 1766 ve 1803 arasında yaratılmış devasa büyüklükteki odasıdır. Bu odanın duvarlarını ve tavanını desteklemek için yuvarlak ahşap kütükler kullanılmıştır. Yıkılmalara karşı karmaşık bir koruma sistemi yapılmıştır. Michałowice odası yerin 64 metre ve 110 metre derinlikleri ile bağlantılıdır. Odanın yüksekliği 35 metre olup 19 yy'ın 2. yarısında ve 20 yy başlarında güçlendirilmiştir. Aralarında ahşap yapıyı destekleyen iki kiriş vardır.  
   Michalowice odası muhteşem ahşap yapısı ve desteklenen ahşap bloklarla göz alıyor.
  

Şimdilerde konser, kokteyl amaçlı kullanılan salonda 100 kişi kadar insan ağırlanabiliyor.










   Dünyaca ünlü Alman edebiyatçı. Edebiyatın en büyük yazarlarından biri olan Johann Wolfgang von Goethe, yalnızca edebiyatla değil eğitim, felsefe ve doğa bilimleri içinde olmak üzere pek çok konuyla yakından ilgilenmiştir. Tuz madenini ziyaret eden ünlülerden biridir.








Galeriye geldik burada tuzdan yapılmış hediyelik eşyalar taşlar sergileniyor. 















Çıkışa geldik buradan direk asansöre varacağız. Oradan asansörle 1 dk da yukarı çıkılacak.





   Ve asansöre bindik... çok dar ve kalabalık içim sıkıldı gözümü kapadım ve dışarıdayız...
    Rahat bir nefes aldık otoparka doğru yürürken eşimle muazzam bir yer gezdiğimiz hakkında konuştuk. Wielicka tuz madeni tarihiyle konumu ve amacıyla madenin içindeki tünelleri, odaları salonları ve kristal tuzlu işlemelerle ve heykelleriyle, oyma mezarları ve zengin süslemelerle, yeraltı gölü ve şapelleriyle olağanüstü bir deneyim bence kesinlikle görülmesi gereken bir yer. 


   Şimdi Slokvaya'ya geçerek Vlkolinec köyüne gideceğiz. Yolda Polonya Myslenice kasabasında 1 saate yakın beklemek zorunda kaldık. Çünkü bisiklet yarışı vardı ve yollar kapalıydı. Bizde çaresiz bekledik, tabi fotoğrafladık.





Şimdi Slovakya sınırına geldik. Chyzne k Nowego Targu.




   Vlkolinec köyüne giderken yol üzerinde Orava bölgesinde Oravsky Podzamok köyünden geçtik. Bu köyün tam tepesinde Slovakya bölgesinin en ünlü kalelerinde bir olan Orava Kalesi bulunmakta.

  
 Bizde arabayı park ettik. Kaleyi gezelim mi gezmeyelim diye. Kalenin giriş kapısın kadar gittik ama çok yukarıda tırmanarak enerjimizi kaybettirecekti. Bizde köyü biraz gezdikten sonra köyden ayrıldık.


    Kale 154 odasıyla halen bir yaşam kompleksiymiş. Turistik açıdan çok çekici ve aynı zamanda yapımcıların da dikkatini çeken bir kale.































  Kalenin dışından çekimler. Ama içi gerçekten güzelmiş. Romanesk, Gotik, Rönesans, Barok ve modern tarzların tüm özelliklerini taşıyan bir iç mekan varmış. Ayrıca kale saray, sur ve kule olmak üzere aşağı, yukarı ve orta kale kompleksinden oluşan üç parçada geziliyormuş. Ayrıca turizm sezonunda da tiyatro gösterileri popüler gece turları gibi etkinliler de düzenleniyormuş




   Çevresi çok güzel insan nefes aldığını hissediyor. Her yer yemyeşil. Slovakya inanılmaz bir yeşilliğe sahip yolda gelirken zaman nasıl geçiyor anlamıyorsunuz.














Bu şirin köyden ayrılarak Vlkolinec köyüne doğru yol aldık.


  Geldiğimiz bu köy Slovakya'nın Batı Karpatlar'da bulunan Velka Fatra dağlık silsilesinde  bulunmaktadır. Manzara mükemmel. Dağ silsilesine bakmaktan kendinizi alamıyorsunuz. Her yer yemyeşil.




    Köye giriş yaptık ve arabayı park ettik. Kimsecikler yok. Hem geç bir vakit hem de köy olduğundan köyde neredeyse bizden başka kimse yok. Adeta köy bizimmiş gibi gezdik








    Slovakyada'ki Ruzomberok kasabasına bağlı bir köy olan Vlkolinec 1993 yılından beri UNESCO Dünya Mirasları Listesinde yer almaktadır. Köyde halk mimarisinin rezervasyon statüsü verilen on Slovak köyünden biridir. Bu statü köyün Kuzey Karpatlar bölgesinin yerel kırsal mimarisinin el değmemiş ve karmaşık bir örneği olmasından dolayı verilmiştir.



Köyün kuruluşu 1376 yılında başlar ve 1882 yılından sonra da Ruzomnerok kasabasına bağlanır.


    Köyde bugün yaşayanlar 20 den fazla değilmiş. Köyün özelliği Pitoresk olması yani görünüşü tablo olmaya değecek bir güzellikte olması.



   Vlkolinec köyü Orta Avrupa köyünün geleneksel özellikleri ile dikkat çekici derecede sağlam bir yerleşim yeridir.


Evlerin bazılarının bahçelerinde ahşaptan oyulmuş tahta heykel figürleri var.


     Vlkolinec köyünde 15. yy dan kalma tarihi anıtları, hiç el değmemiş evleri, el sanatları, tarihi geleneklerin ve alışkanlıkların sürdürülmesi köyü cazip kılıyor.


  Köy geleneksel kütük evlerden oluşmakta. Bu geleneksel kütük evler bölgenin dağlık kesiminde bulunanların en eski ve günümüze kadar eksiksiz olarak  gelenleridir.


  Köyde her biri iki veya üç odadan oluşan 45 den fazla kütük ev vardır. 







Bu ahşap heykel çok sevimli oyulmuş.












   Köyde ayrıca Barok kilisesinin yanı sıra 18. yy dan kalma ahşap bir çan kulesi de korunmuştur. Çan kulesinin tam karşısında da köyün tek su kaynağının karşılandığı kuyu çeşmesi var.





Vlkolinec kelimesi adını bölge içinde yaygın olan ''kurt'' kelimesinde almıştır. 




   Evlerin şirinliği, penceredeki dantel perdeleri, bahçelerindeki çiçekleri, yolları adeta masallar içinde geziyorsunuz.









Bir ev satılık idi. Belki alırız diye emlakçının numarasını aldık.




   Köyde ayrıca birde müze ev bulunmakta. Kapalı idi ama uygun bir zamanda geldiğinizde açık olacaktır. 16. ve 17 nolu evler halk müzesine dönüştürülmüş ve günlük yaşamda kullanılan tüm araç ve gereçleri sergiliyormuş.





















  Yeşili manzarayı ve dağları fotoğraflamaya doyamıyorsunuz. Ama gitme vakti geldi. Geçte olsa Budapeşte'ye gideceğiz oteli orada ayırdık. Aslında Slovakya'da bir yerde kalabilirdik ama nedense Macaristan Budapeşte'ye girmeye karar verdik. Bu da bizim için zorlu bir yolculuk oldu.



 Yola koyulduk. Hava epey kararmıştı. Tanımadığımız orman yollarında karanlıkta araba sürdük. Bir tırın arkasından ayrılmadan güvenli bir şekilde Macaristan'a girdik.😅 Artık  otobana çıkmıştık. Bir nebzede olsa rahatladık. Gece 12 ye doğru Budapaşte'ye girdik.
  Budapeşte gece muhteşem görünüyor. Her yer ışıl ışıl çok güzel bir şehir. Bakalım sabahta böyle olacak mı?



Kalacağımız otel La Prima Fashion Hotel Budapest. Otel şehrin içinde yer alıyor.


   İnanılmaz yorucu bir gün olmuştu. Yarın Budapeşte'yi gezeceğimiz için heyecanlanıyorum ama şimdi iyi bir dinlenmeye ihtiyacımız var.