Translate

16 Şubat 2020 Pazar

Yunanistan - Atina-Korint Kanalı

31.01.2018
   Atina Yunanistan'ın başkenti ve Eski Yunan medeniyetinin merkezidir. 4,5 milyona yaklaşan nüfusu ile Avrupa'nın en büyük 4. başkenti ve ülkenin üçte bir nüfusuna sahiptir. 
   Atina'ya uçağımız inerken havadan izlenimlerim şöyleydi; yeşili az, estetik kaygısı olmayan bir şehir. Üç dağ arasına sıkışmış etrafı tepelerle çevrili ve yalnızca batı kısmı açık. Eski ve yeni binalar birbirine geçmiş. Karışık bir görünüm sergiliyor.

   Kozmopolit ve modern bir şehir olan Atina'nın denize kıyısı yoktur ama denize çok yakındır. 10 km ilerisinde bulunan Pire'de Limanı vardır. Doğu ve batının bir sentezi olan şehrin tarihi antik çağlara kadar dayanmakta.1896 ve 2004 yıllarında Yaz Olimpiyatlarına ev sahipliği yapmıştır. Nüfusun çoğunluğu Ortodoks mezhebine bağlıdır.

  
  Atina'da araba kiralamadık. Toplu taşıma araçları ile gezeceğiz. Önce otobüse binerek şehre indik. Oradan kalacağımız otele gidip yerleştik ve çantalarımızı otele bırakarak Atina'yı yürüyerek gezmek için dışarı çıktık ve metroya binerek Akropolis'in olduğu yere gidiyoruz..
   Giderken size Atina hakkında bilgi vereyim.


Atina Neolitik çağdan bu yana bir yerleşim alanı olmuş ve Tunç çağına ait eski yapılarına sahiptir. Akropolis o dönemlerde surlarla çevrili kale işlevini görmekteydi. Yapılan kazılarda bulunan çanak çömlek stillerinden Atina'daki uygarlığın kesintiye uğramadan ilerlediğini göstermektedir.
   M.Ö. 1000 yıllarında  şehrin kuzey batı kısmında ilk  yerleşimler başlar. M.Ö. 6.yy'da, özellikle Peisistratos ve oğullarının egemenliği zamanında parlak bir dönem yaşar. M.Ö. 580 yıllarında bugün Parthenon'un yerinde Hekatompedon adlı bir Athena Tapınağı yapılır. Peisistratos  M.Ö. 566 yılında, Athena'nın onuruna Panathenaia Oyunları düzenler ve 4 yılda bir yapılmasına karar verir. M.Ö. 530 yılında Akropolis'te Athena Polias için büyük bir tapınak daha inşa edilir. Bunun sonucunda da Akropolis kaleden çok, kutsal bir yer işlevi görmeye başlar. Şehir kalabalıklaşmaya başlayınca agora yetersiz kalır ve Akropolis'in kuzeybatısındaki evler yıkılarak burada yeni bir agora düzenlenir. Burası siyasal, hukuksal, dinsel ve ticari amaçlı bir toplanma alanı olur.  
    M.Ö. 480 yılında Atina'yı ele geçiren Persler kenti yakıp yıkarlar ve Akropolis'teki yapılar ve çevresindeki pek çok ev yerle bir olur.
     Atina'lılar M.Ö. 479 yılında şehri geri alır ve şehrin etrafına Pire'ye kadar uzanan surlar yapar. 30 yıl sonra Persler'le anlaşmaya varırlar ve bu süreç Atina'nın kalkınma dönemidir.
     Kalkınma döneminde,güney Attika'daki gümüş madenleri işletilmeye başlar ve Perikles Perslere karşı Atina'nın önderliğinde kurulan Delos Birliğini oluşturan devletlerden para almaya başlar. Bu parayla da Akropolis tekrardan inşa edilir.
   Ve Akropolis'e vardık. Giriş için kişi başı 10 euro vererek içeri girdik. Epey bir tırmanacağız. Havada Ocak olmasına rağmen sıcak. Yazın hiç gezilmez buralarda.



   Her neyse çok merak ettiğim Akropolis'e girdik ve tırmanmaya başladık. Keyfimiz yerinde
Unesco Dünya Kültür Mirası listesinde olan Akropolis Atina'nın tam merkezinde ve 90 metre yükseklikte kayalık bir tepeye kurulmuştur. Zaten tarihte her Yunan şehrine mutlaka bir Akropolis yapılırdı. 
  Akropolis genellikle Yunan şehirlerinde en yüksek noktaya yapılan askeri, idari ve dini yapıların savunmaya yönelik merkezi kısmı demektir. Tam karşıtı yüksek şehir  anlamındadır. Akropolis'in içinde tapınaklar, kurumlar hazineler bulunmaktadır. Savaş sırasında ilk savunulan yerler buralarıdır. 

  
  Akropolis'lerin en meşhuru da M.Ö. 5. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen Atina'nın gözbebeği Atina Akropolisi'dir. Dünyanın en ünlü arkeolojik sitelerinden bir olan Atina Akropolisi kireç taşından yapılmıştır. Tarih öncesi çağlardan beri bir yerleşim yeri olmuş, yıllar boyunca kale tanrıların efsanevi evi, dini merkezi, kral evleri ve günümüzde cazibe merkezi olmuş bu yer depremlere, savaşlara bombalamalara vandalizme maruz kalmış olmasına rağmen dimdik ayakta kalmayı başarmıştır.
















  Tepenin üzerine yapılan ve surlarla çevrilmiş Atina Akropolis'i şehrin koruyucu tanrıçası olarak kabul edilen Athena'nın evi olarak yapılmıştır. Günümüzde Atina Akropolis'inde Propylara, Athenanın asıl mabedi, Delos birliğinin saklandığı yer olan Parthenon tarım tanrılarına özellikle Erikhtoniosa adanan Arakhtheion ile Athena Nike Tapınağı geriye kalmıştır. 


Her gördüğümüz tarihi eserin etrafında fotoğraf almayı da ihmal etmiyoruz.


  Yapımına M.Ö. 447'de başlanan Parthenon M.Ö. 438'de bitirilir. Yapımında Kllikrates, İktinos ve Phidias gibi mimarlar bulunur. Proylaion anıtsal kapısının inşası bitmek üzereyken Peloponnesos savaşı başlar. M.Ö. 421 yılında Nikias Barışı ile Erektheion Tapınağının yapımı başlar. M.Ö 406 yılında inşası tamamlanır. Peloponnesos Savaşına yenik düşen Atina inşası bir süreliğine durur. Bu yapılara daha sonra ayrıntılı değineceğim.




    Atina M.Ö. 394 yılında Sparta'lılarla girilen bir deniz savaşında savaşı kazanır ve 10 yıl önce Sparta'lıların yıkmış olduğu şehir duvarları yeniden yaptırılır. 

    M.Ö. 338 - 322 yılları arasında Dionysos Tiyatrosu ve Panathenaia Stadionu da bu dönemde inşa edilmiştir. Aynı zamanda  felsefe okulları da açılmıştır. Platon Akademia'da, Aristoteles ve yol arkadaşları Lykeieon'da, Antisthenes ve Kynikler, Kynosarges Gymnasion'unda felsefe okulları oluşturdular. 
    Bu dönemde yapılan yapılar kamu yapıları caddeler ve görkemli yapılarda iyi iş çıkarmalarına karşın sokaklardaki evler penceresi ve çirkin yapılardı. Ayrıca oldukça önemli bir su sıkıntısı da vardı. Ama görkemli tapınaklar, kamu yapıları ve caddeler dışında kentin pek etkileyici bir görünümü yoktu. 






   Şu anda Akropolis'in en büyük tiyatrosu Odeon Of Herodos Atticus. Günümüze kadar ulaşmayı başarmış bu yapı M.S. 161 yılında Yunan Herodos Atticus tarafından Romalı karısı Aspasia Annia Regilla anısına inşa edilmiştir. 

 Yunanlı zengin aristokrat Herodos Atticus karısı genç ve güzeldir ama çok genç yaşta ölmüştür. Herodos onun ölümüyle derin bir acıya gömülmüş ve bu sebeple böyle bir tiyatro kurarak onu yaşatmak istemiştir.  
















   5.000 kişilik müzik konserleri için bir mekan olarak kullanılan tiyatro ilk önceleri üç katlı olan taştan yapılmış ön duvar ve  pahalı keresteler ile yapılmış ahşap çatılı ve dik eğimli bir tiyatroymuş.



   İnşaatının bitmesinden kısa bir süre sonra M.S. 267 yılında Heruliler tarafından yıkılıp harabeye çevrilene kadar bozulmadan kalmıştır. Uzun bir sürede tekrar inşa edilmemiş daha sonra 1953 yılında tekrar restore edilmiştir. 1957 yılında da konserler düzenlemeye başlanmıştır. 





  Haziran ve Eylül aylarında gerçekleşen Atina festivallerinde Herode Atticus anfi tiyatrosunda çok cazip konserler etkinlikler tiyatro oyunları gerçekleşmekte. 50 yılda önemli performanslara şahitlik etmiş ve Elton John, Andrea Bocelli , Maria Callas, Mikis Theodrakis, Luciano Pavorrotti, Frank Sinatra ve daha bir çok sanatçıya ev sahipliği yapmıştır. 

    Şimdi Akropol'e giriyoruz. Gezeceğimiz yerlerin haritasını burada gösteriyorum. Atina Akropolisi dört kısımdan oluşmaktadır. Propylaion (Kapılı Giriş), Athena Tapınağı, Parthenon (Athena Parthenos Tapınağı) ve Erekhtheion.


Göreceğimiz ilk görkemli yapı olan ''Propylaion'' olarak bilinen anıtsal giriş kapısına gidiyoruz.



    Atina Propylaea'sı M.Ö. 437- 432 yılında Atina'da Perikles'in yönetimi altında büyük bir inşa programının bir parçası olarak inşa edilmiştir. 
   Bu program çerçevesinde Akropolis platosu ve Athena, Partenon'daki büyük tapınağın anıtsal girişi bulunmaktadır. Parthenon'un inşaatının bitme aşamasında yapımına başlanmıştır. Yapı mimar Mnesicles (veya Mnesikles) tarafından denetlendi. Peloponnesian Savaşı'nın ardından M.Ö. 431 yılında çalışmalar askıya alınmış, ancak aslında hiçbir zaman devam etmemiştir. Neyse ki mimar Mnesicles yapmak istediği bazı önemli parçaları bu süreçte gerçekleşmiştir.



  Konum boyut ve mimari açısından oldukça önemli olan Propylaion kutsal Akropole giriş kapısıdır. Aslında kapı yapısal anlamda kapı binasıdır. Propylaion’un yapımında çok sayıda yüksek kalıp sütun kullanılmıştır. Yapımında kireç taşı, beyaz pentelic ve gri Eleusinian denen bir mermer kullanılmıştır. Giriş çıkış amaçlı olan yapı, mekanla ilişkisi açısından önemlidir ve şehrin her yerinden görülebilmektedir. 


  Propylaion yapısının hemen önünde Beule kapısı bulunmaktadır. Beule kapısı kentin tek giriş kapısıdır ve Fransız bir arkeolog tarafından bulunmuştur. Kaçış kapıları hariç tek giriş- çıkış burasıdır. 



  Hiç bitirilememiş olan Propylaion iç tapınak bölgesine geçişin hemen öncesinde bulunan anıtsal bir yol olduğundan önemini hala korumakta. 

  
   Beule kapısı Roma döneminde 3. yy'da yapılmış Roma surlarının bir parçasıymış. Bu geçiş yolunda      6 adet dor stilinde (yani Eski Yunan mimarlığında yukarı doğru hafifçe daralan sütun demek) sütun bulunmakta. Sütunların her iki tarafında iki adet simetrik oda bulunmaktadır. Antik dönemde bu odalar hacıların bekleme odası olarak kullanılırmış. 
    Ortaçağ döneminde yapının kuzey bölümündeki iki katlı yapılarda Rum Ortodoks piskoposları ikamet ediyorlarmış  
    Yürüyüş geçidinin biraz ilerisindeki sütunlarda İon stilinde sütunlar (yani daha ince ve düzenli olan sütunlar, tepelerinde Koç boynuzuna benzeyen kıvrımlar bulunmakta) görülmekte. Bunları niye söylüyorum. Dor ve İon sütunlarının birlikte kullanıldığı bir yapı Akropol'ün dışında görünmüyor. Bu yüzden yapı benzersiz bir yapıdır.
  Sol tarafta Antik Yunan'da kullanılan sütunların tasarımları. Matematiksel olarak tasarlanmış bu sütunlar biçimlerine göre Korinth, Dorik, Ikonik gibi adları vardı.




   Perikles burayı yaptırdıktan sonra çevredeki şehirlerin hazinelerinin buranın çok emniyetli bir yer olduğunu konusunda o şehir devlet yöneticilerini ikna eder. Burayı dini yapılar dışında bir çok devletin hazinelerinin muhafaza edildiği bir yer haline getirir.


  Bu kapının konumu da bir harika. Propylaion geçitten geçerken geçmişi iliklerinize kadar hissediyor devasa sütunların ve estetikliğin hala eski etkisini koruduğunu görebiliyorsunuz.


   Yürüyüş yolu üzerinde ilerlerken hemen girişte solda Athena Nike Tapınağı görülmekte.
Propylaion güney batı kısmında kalan tapınak Zafer tanrıçası Athena'ya adanan''Athena Nike Tapınağı'' Atina'lıların Pers'lere karşı kazandığı zaferin anısına yapılmıştır olan 



  Mimar Kallikrates tarafından M.Ö. 427- 424 yıllarında inşa edilmiştir. Bu küçük tapınağın her cephesinde dört iyonik sütun vardır. (oysa kanadın sadece doğudaki kısmındaki sütunlar Dorrik'tir). Tapınak bölgesi aslında kabartma oymalar ile bir korkuluk seti ile çevriliydi.


  Athena tapınağı Akropol'ün sanki dışında imiş gibi bir izlenim veriyor. Antik çağda din adamları ve Perikles arasındaki problemler yüzünden din adamları buraya büyük bir tapınak  yapamamışlar. Perikles burada bir tapınağın yapılmasından yana değilmiş. Perikles öldükten sonra M.Ö. 429 yılında mimar Kallikrates tarafından İon düzeninde planlanıyor ve M.Ö. 427- 424 yılları arasında da inşa ediliyor. 
   Dikkat edilecek olursa tapınak yüksek bir podyumun üzerinde bulunmakta. Bu podyuma  M.Ö. 409 - 406 yılları arasında bir korkuluk inşa ediliyor. Alan darlığı sebebiyle tapınak oldukça küçük inşa edilmiş.
 Tapınak 16. yy'da barut deposu olarak kullanılmış.1687 yılında Venedik saldırısı sırasında yıkılmış ve Osmanlı döneminde yerine bir su bataryası yapılmış.1836 da kötü bir onarım sonrası 1936 yılında batarya kaldırılarak altında kalan orijinal yapının kalıntılarıyla tekrar inşa edilmiştir. 
   Proplaia'dan çıktığımızda restorasyon çalışmaları halen devam eden ve Tanrıça Athena'ya adanmış 447- 438 yılları arasında inşa edilmiş fakat inşası dış süslemelerinin yapımı ile M.Ö. 431 yılına kadar süren  olağanüstü ''Parthenon'' karşımıza çıkmaktadır.







 Parthenon'a varmadan tam sol tarafta Erekhtheion Tapınağı bulunmakta. Önce orayı gezelim dedik.


  

Tapınak kral Erechtheus ve Kekrop onuruna yapılmış olacağı öne sürülüyor. Ayrıca M.Ö. 480 yıllarında Persler tarafından yıkılan Athena Polias tapınağının yerini almış olduğu da söyleniyor.

Tapınağın güney kapısında Karyatides adı verilen kadınlı sütunlar bulunmakta. Şu anda arkamızda bulunan sütunlar.

Tapınak 15. yy'da Osmanlı haremi olarak ta kullanılmış. Sanırım kadın heykelleri görünce bu bina olsa olsa kadın haremi olur demişler herhalde.




  Mitolojiye göre Athena gizli bir zeytin ağacı dikmiş Poseidon da burada yabasının izini bırakmıştır. Yine mitolojik bilgilere göre Erekhtheion Tapınağı Atina'yı elde etmek için Poseidon ile Athena'nın tartıştıkları yer olarak bilinmekte.


     Atina şehrinin koruyucu tanrısı olmak için Poseidon ve Athena arasında bir yarışma düzenlenir ve galip gelen şehrin tanrısı olacaktır. İlk olarak Denizlerin Tanrısı Poseidon üç başlı mızrağını yere vurarak bir çeşme yaratır. Ancak çeşme tuzlanır ve içilmez olur. Sırada Athena vardır. Athena'da elindeki mızrağını yerer vurur ve bir zeytin ağacı yaratır. Ağaç halk tarafından benimsenir. Çünkü bu ağaç yüzyıllarca yaşar; meyvesi yenir, kararınca da yenir, yağını çıkarırsın şifa olur. Yağını yakarsın aydınlatır, çekirdeğinden elyaf, ağacın dallarından da yakacak elde edersin. Dolayısıyla şehrin tanrısı Athena olur. O gün bu gündür zeytin ağacı barışı ve refahı temsil eder. Tapınağın önünde daima bir zeytin ağacının bulunmasının sebebi de budur.


  
  M.Ö 420 yılında proje çizimlerinin Kallirates'in çizdiği yapının mimarları Perikles'in mimarları olan Philokles ve Archilochos'dır. Son inşa tarihi M.Ö 406 denilebilir. Yapının yanında bir mezar eklenmiştir. Ayrıca Architravı yani sütun baş tabanını başında tutan genç
kız figürleri de yer almaktadır. Dış cephedeki kadın şeklindeki sütunlar yani Karyatidler tapınak mimarilerinde ender görünen heykellerdir. Yunanca ''caryatid'' kelimesi ''Karyai kadınları'' anlamına gelmekte.




    Erechtheum doğu verandasında bulunan karyadit sütunlar çok zarifler ve çok dikkat çekiyor. Burada bulunan karyaditlerin kopya olduğu orijinal 4 tanesinin Akropolis müzesinde bir tanesinin de British Müzesinde sergilenmektedir. Bir tanesinin de Osmanlı döneminde kaybolduğu söylenmekte.Kaybolan karyadit üzerine 19. yy başlarında Lord Elgin tarafından orijinaller kaldırıp yerine kopyaları konulmuş. 





  Müzedeki orijinalleri budur. Biz müzeye girmedik ama girilmesini de tavsiye ederim. Bir kez daha gelirsem mutlaka müzeyi de ziyaret edeceğim.Yukarıdaki fotoğraf alıntıdır.






  Şimdi Parthenon'u gezebiliriz. Bana göre kendi çağının en büyük ve muhteşem yapısı Parthenon'dur. Mimariden çok anlamam ama Parthenon'u tam bir mimarlık harikası olarak nitelendirebilirim. Şimdilerde restorasyon çalışmaları yapılmakta.



   Yukarıdaki fotoğrafta tadilata alınmadan önceki halini görebilirsiniz. Biz gittiğimizde tadilat hala sürmekteydi. Uzun bir zaman arkeologlar bu restorasyon işiyle uğraşacaklar gibi görünüyor.




  Parthenon muhtemelen M.Ö 488 yılında inşa edilmiştir. Ancak M.Ö. 480 yılında Persler tarafından saldırıya uğrayınca tamamlanmamış olan tapınak yıkılmıştır. Yeniden inşa edilen tapınak eski tapınağın üzerine yerleştirilmiştir.  Perikles döneminde M.Ö. 447-446 yıllarında inşaatına başlanan tapınak 438 yılında bitmiştir. Farklı bir mimari teknikle Athena Heykeline sahiplik yapması için yapılan tapınak dış cephelerinde kullanılan heykeltraşlığın Yunan sanatında çok büyük bir önemi vardır. Ayrıca Tapınağın Dor stilinde yapılması ince özellikleri, uyumu ve simetrikliği türünün en önemli tapınaklarından birini oluşturmuştur.




     Yapı kireç taşında yapılmıştır. Temeli dışındaki tapınağın tamamında Pentelikon mermeri kullanılmıştır. Katıksız 22 bin ton beyaz pentelik mermeri. Bu mermer şehrin 17 km uzağındaki Pentelikon Dağından çıkartılmış ve dev kitleler kesilerek Akropolis'e taşınmıştır. Mimarı Ictınus ve Callicrates'dir. Baş Heykeltraş ise Phidas dır.
     Yunanlılar Parthenon'da yaptıkları bu manastırda tüm tasarımları Altın oran'a dayandırmışlardır. Bunu gerçekleştiren de dönemin heykeltraşı Phidias'tır.
      Mimarinin nasıl yapıldığı ile teknik terimleri sizinle paylaşıyorum. Ama çok bir fikrim olamaz. Ancak bir matematik öğretmeni olarak Parthenon'un inşasında da kullanılan altın oran hakkında size oldukça kapsamlı bilgi verebilirim. Tabi önce heykeltraş Phidias'ı (Fidias) tanıyalım.




Phidias M.Ö. 5. yy da yaşamış klasik Yunan sanatının en büyük heykelcisi sayılır.
Yaşamı üzerine çok az bilgi vardır. M.Ö. 432 dolayında öldüğü kabul edilir. Tanrı heykelleriyle büyük bir saygınlığa ulaşmış ve Atina Parthenon’daki Athena Pathenos ve Antik çağın Yedi Harikasından biri olan Olympia’daki Zeus heykeli de onun eseridir.  Phidias’ın, Panainos ve Kolotes’in işbirliğiyle gerçekleştirdiği Olympia’daki taht üzerinde oturan dev Zeus heykeli alt platformu ile birlikte 14 metre boyuna ulaşıyor. Bu heykel altın, fildişi, abanoz ve değerli taşlardan yapılmıştır.
     

Zeus heykeli Phidias'ın tamamladığı bilinen en son  eseridir. 1958 yılında Olympia dağında yapılan bir kazıda '' Ben Phidias'a aidim yazılı bir kap bulunmuştur. Arkeologlar bu kabın Phidias'ın heykelini yaparken atölyede kaybettiğini tahmin ediyorlar. 



    Phidias'ın Zeus ve Athena heykelleri de dahil olmak üzere tüm eserleri döneminde yok edilmiştir. Günümüze Roma kopyalarıyla gelmiş bir dizi heykel Phidias’a ait olduğu söylense de bu konu kesinlik kazanmamıştır.
    Phidias, Devlet adamı Perikles'in baş heykeltraşı olmasının yanında aynı zamanda da onun arkadaşıdır. 
    18 yıl Atina’da Akropolis'teki imar faaliyetlerini yönetmiş, önemli sorumluluk almıştır. Bu işleviyle Phidias’ın Parthenon’un mimarlığının ve ünlü heykellerinin tasarımında önemli bir rol oynamıştır. Phidias, Parthenon’un yapımını yönetmiş ve en önemli heykelleri kendi yapmış, kabartma ve bezemelerin de yapımlarını denetlemiştir.Bu yapıtların büyük bölümü bugün British Museum’da bulunmaktadır.





   
  Onun tanrıları gördüğü ve görüntülerinin yapıtlarıyla insanlara aktardığı söylenir. Mermer, tunç, altın ve fildişi malzeme ile çalışma tekniklerine hakim olduğu dile getirilir.
  Yanda gördüğünüz heykel Athena Parthenos'un heykelidir. Atina Arkeoloji müzesinde sergilenmekte olup 12 metre yüksekliğinde, fil dişinden yapılmış ve altın kaplamalıdır. 
  Panthenon talan edilene dek Panthenon’un merkezinde yer almış olan Athena Parthenos
heykeli M.Ö. 438’de tamamlanmış ve tanrıçaya adanmıştır. Bu yapıtın günümüzde bir kaç kopyası kalmıştır.



   İllüstrasyon yapılmış üstteki ve yandaki fotoğraflarda Phidias'ın büyük eserlerinden biri olan Athena Promakhos'u M.Ö. 456 yılında tamamlanmıştır.
   Athena Promakhos, Atina Akropol'ü üzerinde Propylaea ve Parthenon arasında duran bu bronz heykel o döneme ait en büyük heykelmiş.
   Athena Promakhos Atina'nın vesayet, bilgelik ve savaşçı Tanrıçasıydı.
   Yunan gezgin ve coğrafyacı Pausanias'a göre, Athena'nın miğferinin üst kısmı ve mızrağının ucu denizciler ve Atina'ya yaklaşan herkes tarafından görülebiliyordu. 9 yılda bitirilen heykel, uzun bir süre Athena Promachos'un var olup olmadığı konusunda spekülasyonlara sebep olmuştur. Ancak çoğu bilim adamı bunu tasvir eden Roma sikkelerinde bir kanıt olduğu için heykelin varlığı konusunda hem fikirdir. Türünün temsil edildiği kopyaları günümüze ulaşan modellerden ikisi, Metropolitan Sanat Müzesi'nde ve Louvre müzesinde bulunmaktaymış.

   Phidias'ın M.Ö. 5 yy da yaptığı bu iki eser Propylaion'un arkasında açıkta durduğu sanılan    9 metre boyundaki Tanrıça Athena Promakhos heykeli ile Parthenon'daki fildişi ve alında yapılan Athena heykel, Bizans İmparatoru Justinianus tarafından Konstantinapolis yani İstanbul'a götürülür. Yapıtlar 1204 yılında Haçlıların Konstantinopolis'in yağmalaması sırasında kaybolur.


  Phidias’ın yapıtlarının ünlenmesi ve yapıtlarında Perikles'e ve kendine benzeyen figürler kullanması Perikles’in düşmanlarını harekete geçirdi. Phidias'ı  “Athena Parthenos” heykelinden altın çalmakla Parthenon'nun yapımına ayrılmış fildişi malzemeyi zimmetine geçirmekle ve tanrılara saygısızlıkla suçlandı.  
   Phidias bu savları çürütmeyi başarmış olsa da ardından heykelindeki kalkana Perikles’le kendisinin portrelerini eklediği için dinsizlikle suçlanmış ve hapse atılmıştır. 
Phidias’ın hapse atıldıktan sonraki durumu ile ilgili hakkında bir çok düşünce vardır. Hapiste hastalanarak yada zehirlenerek öldüğü, Olympia’ya sürgün edildiği veya oraya kaçtığı söylenmekte. Arkeolojik kalıntılara göre Olympia’da Phidias’ın olduğu sanılan bir atölye ile Zeus’un giysilerinin yapımı için kullanıldığı sanılan pişmiş topraktan bir kaç kalıp bulunmuştur. Olimpya'da oturur durumda bir Zeus heykeli üzerinde çalıştığı ileri sürülmektedir. Açıkçası Phidias’ın yaşamının son yılları bir sır olarak kalmıştır. Ama en akla yatan Olypiya'ya bir şekilde gitmiş olması.





      P
hidias Altın Oran'ı resmen kullanan ilk heykeltraştır. Phidias’ın Athena Parthenon’un tüm tasarımını Altın Oran’a dayandırmışlardır. 69,50 metre uzunluğunda 30,90 metre eninde ve 14 metre yüksekliğindedir. Parthenon’da her kısa kenarda 8 sütun ve her uzun kenarda 17 sütun olmak üzere toplam 46 kolondan oluşmuştur.                                                                    Tapınakta en güzel duruşu almak için; “Uzun kenar = 2.kısa kenar +1” (17 = 2.8+1)
Phidias'ın yapıtlarından insan vücudunun yapısının çok iyi kavranmış olduğu görülmektedir. Eleştirmenler Phidias'ın antik çağın en yetenekli heykeltıraşı ve çok yönlü bir sanatçı aynı zamanda Yunan sanatında geçerli olan klasik, idealist üslubun başlatıcısı olduğunu söyler.
      Parthenon'da 58 sütun bulunmakta ve her sütun 13 parçadan oluşmakta. Kusursuz bir şekilde bir araya getirilen sütunların üzerilerinde 1 ton'dan daha ağır mermer taşlar bulunmaktadır.

  Gelelim Parthenon'a. Arkaik Tapınaklarının üzerine inşa edilen bu yapı Athena Heykelini içinde barındırması için yapılmıştır. Ancak tapınak M.Ö. 480 yılında Persler tarafından yıkılmış, daha sonra kaliteli mermerler kullanılarak yeniden inşa edilmiştir. Parthenon’un her yerinde Persler'e karşı kazanılan zaferlerin figürleri, işlemeler ve siyasi- dini semboller yer alıyor. 


   Parthenon M.S. 6 yy da kiliseye dönüştürülür, daha sonra da Osmanlı İmparatorluğunun yönetimine geçer ve 1456 yılında camiye çevrilir. 17. yy'da cephanelik olarak kullanılır.              26 Eylül 1687 yılında Osmanlı Venedik kuşatmasında, Venedik'liler bölgeyi bombalarken bu cephaneliği de patlatırlar ve bu patlamada heykeller ağır hasarlar alır. Parthenon'a inşa edilmiş cami ve binanın iç bölümü yıkılır. 1801 yılında Büyük Britanya Büyükelçisi Lord Ergin Akroolis'teki Türk evlerinin yıkılıp heykel kalıntılarının aranması için Padişah III. Selim'in de onayını alarak Parthenon'dan kalan heykellerin çoğunu ve tapınağı süsleyen elgin mermerleri diğer adıyla Parthenon mermerlerinin bir bölümünü Londra’ya götürür. Kendi kolleksiyonu için aldığı bu eserleri daha sonra 1816 yılında İngiliz Hükümetine satar. Eserler halen British Müzesinde sergilenmektedir.




   Yunanlılar halen heykellerin iadesini istemektedirler. En son Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopoulos İngiltere'deki British Museum'u '' kasvetli cezaevi'' olarak nitelendirerek iki ülke arasındaki anlaşmazlığa sebep olan Partenon Mermerlerinin iadesini talep etti. British Müzesi heykellerin iadesine ilişkin talebi en son 2018 da reddetmişti. Ancak en son talep ile ilgili bir açıklama yok. Yunan siyasileri yıllardır düzenli olarak eserlerin iadesi talebinde bulunmaktadır. 



















  Bu teslim işi gerçekleşirse bir zahmet bizim ülkemizden de kaçırdıkları tarihi eserleri teslim etsinler. Bazen söylenen sözlerle yapılan hareketler birbirine çok ters. Çok uygar olan Avrupa niçin başka ülkelerden çaldığı eserleri iade etmez. Tabi bazı eserlerde Osmanlı Padişahları tarafından hediye edilmiş. Bu da ayrı bir mesele.


Bu kadar arkeolojik, ve tarih yeter. Azıcık etrafı fotoğrafyalım.






Akropol'ün arka tarafına geçiyoruz.





































  Şimdi tekrardan girdiğimiz kapıdan çıkıp arka taraftan ineceğiz. İnerken Areopagus (Ares) tepesine çıkacağız. Bu tepe Akropolis'in kuzeybatısında yer almaktadır.
  Areopagus tepesi Antik çağlarda Ares savaş tanrısının Poseidon’un oğlu Halirrhotios’u öldürmek suçundan davalı olarak mahkemeye çıkartıldığı yer. Ares kızı Alkippe’ye zorla sahip olmaya çalışırken Hallirrhotios’u gördüğünü ve kızını kurtarmak için onu öldürdüğünü söyler. Savaş tanrısı Ares'in anlattıklarını doğrulayan kızından başka bir şahit olmadığı için mahkeme Ares’i serbest bırakır. Cinayet davasında yapılan ilk duruşma olması nedeniyle ondan sonraki duruşmaların yapıldığı bu tepeye Areopagos (Ares) Tepesi denmiştir. 
   Antik çağda çok saygın bir mahkeme olan tepe şimdilerde sevgililerin buluştuğu gün batımını izlediği fotoğraf çektirdiği bir yer.








   Ares tepesinden inerek arka kapıdan çıktık. Burada kimse bilet sormuyor. Bu kapıdan giriş de serbest. Çok çetrefilli yol ama biletsiz girilebilir buradan. Hiç kontrol yok. Şaşırtıcı.
    Kapıdan çıkarak Apostolou caddesine ilerledik. Sadece yayalara açık olan bu cadde bir sanat caddesi adeta. Hareketli renkli. Sokak satıcılarının arasında kayboluyorsunuz. Buralardan küçük küçük hediyelik eşyalar alabilirsiniz. Kafelerinde oturup çok güzel kahve içilebilir. Acropol'ü bir de buradan izleyebilirsiniz. Bizim gittiğimiz saat akşam üstü idi.  
 Antik meydan ve Akropol'ün hemen yanında bulunan Apostolou Pavlov'u mutlaka gezmenizi öneririm. Antik meydanı bir sonraki güne bırakarak yolumuza devam ettik.




  Burada epey bir vakit geçirdikten sonra  Syntagma Meydanına doğru yöneldik. Meydan Atina'nın en gözde yeri. Çok kalabalık bir meydan. Meydanın bir tarafında Parlemonto Binası karşısında da metro istasyonu park ve Ermou caddesi bulunmakta. Tüm toplu taşıma araçlarının geçtiği ana merkez gibi bir yer. Ermou caddesinin sonunda Monastraki meydanına ulaşıyorsunuz.
  Şimdi Parlamento binasında nöbet değişimini kaçırmak istemiyoruz ve orada nöbet değişimini görmek için bekliyoruz. Değişimi beklerken Syntagma Meydanı hakkında bilgi vereyim. Meydana adının veren Syntagma (Sintigma) Yunancada Anayasa demekmiş. Meydanın bu adı almasının sebebi 1843 yılında Yunanistan'ın bağımsızlık savaşı sonrasında kral Otto'nun ilk anayasasını bu meydanda ilan etmesinden kaynaklanıyor. Meydan Atina'nın en merkezi en büyük meydanı. Yunan Parlemontosu ve Ermou caddesi arasında trafiğe kapalı alandır. Tüm protestolar ve gösterilerin yapıldığı meydan bu meydandır.
   15 dakika bekledikten sonra nöbet değişimi başladı. Herkes fotoğraf makinelerini hazırlamış bekliyordu.





Yunan Ulusal Muhafız Ordusu Askerleri(Evzones)




   Parlamento önünde 24 saat nöbet tutan bu askerler Efzun askerleri olarak da bilinirler ve Cumhurbaşkanlığı ordusuna aittir.


   Efsun ''Evzon'' askerlerinin nöbet değişimi Atina'da en ilgi çeken turistik etkinliklerden biri. Yunan parlamentosunun önünde hiç kıpırdamadan duran askerler günde 24 kez nöbet değiştiriyorlar. Bu değişimde askerlerin yaptıkları yürüyüş hareketleri gerçekten görülmeye değer.



   Efzunlar'ın yaklaşık 100 yıldır beklediği Meçhul Asker Anıtı'nın üzerinde Atinalı Komutan Perikles'in yazdığı sözler bulunmakta.
   ''Demokrasi ve vatan için ölenlerin mezarı bütün dünyadır''



  Arkadaki du
varın üzerinde bazı yazılar bulunmakta. Bu yazılar Yunan ordusunun girdiği büyük savaşları simgeliyor ardındaki geniş duvarın üzerinde yazılar vardır. Bu bronz şiltler Yunan ordusunun katıldığı büyük savaşları simgeliyor. Ortadaki anıtın sağında 1921’de İngiltere’nin kışkırtması 'Megalo İdea-Büyük Yunanistan' hayaliyle Anadolu'ya çıkıp, geri gelemeyenlerin anısına yazılmış .“Afyonkarahisar-Sakarya” yazısı vardır. 



  Bu nöbet değişimi ayrıca resmi olarak her pazar günü gerçekleştirilir. Pazar günü okuduğum kadarıyla tüm birlik bando eşliğinde bir yürüyüş gerçekleştirerek Parlamento binasının önüne geliyorlar. 


   Yunan gençlerinin bir çoğunda Efzun askeri olmak gibi bir hayali varmış. Ama bunun için 1.80 metre boyunda ve üniversite mezunu olmak gerekiyor. Ayrıca Yunan ırkının özelliklerini sağlaması gerekmekte. 



  1821 yılında Osmanlılara karşı bağımsızlık savaşı vermiş olan kır gerillalarına Efzun deniyor. Bu askerler bugün Yunanistan'da en önemli ve değer verilen tören kıtası askerleridir. Efzun askerlerinin kıyafetleri, özellikle etekleri Balkan ülkelerinde giyilen geleneksel kıyafetlerdir. Kıyafetlerin diğer ayrıntılarının da bir nedeni var. Ayakkabılarının altındaki nallar savaşta bindikleri atları, çarıkların ucundaki ponponlar düşmanı yaralamak için ayakkabı ucundaki bıçakları kamufle etmek için kullanılırdı. Ayrıca kırmızı kep savaşta akan kanı, siyah püsküller yunan halkının yasını temsil etmektedir.

   
  Efzun'lar ritmik ve paralel hareketlerle nöbetlerini değiştirirler. Bacaklar paralel kaldırılır ve aynı anda yere vururlar. Seyretmesi epey zevkli.


  Giydikleri eteğe fistan deniyor. Yani Fustanela. 30 metre kumaştan yapılıyor toplamda 400 pilesi var. Ben giysem beni çok şişman gösterir. Her pilenin Osmanlı yönetiminde geçirilen bir yılı temsil ettiğini simgeliyor.


   Bağımsızlığı sembolize eden Efzun'lar şimdilerde sadece törenlerde boy göstermektedir. Ama bir zamanlar Yunanistan'ın en güçlü komanda birlikleri sayılıyorlarmış.




  Arkadaki sarı renkli Parlamento binası 1834-1838 yılları arsında yapılmış olan kraliyet sarayıdır. Parlamento binası ilk kez Yunanistan Kralı Otto tarafından kullanılmış.

   Yunan Kralı Bavyeralı Otto aslen Bavyeralı olup Salzburg'da doğar ve Bamberg'de 52 yaşında ölür. I. Ludwing'in ikinci oğludur. Mayıs 1832 yılında Londra Konferansında büyük devletlerce Yunanistan kralı seçilir ve Bavyeralı danışmanlarıyla birlikte 6 Şubat 1833 yılında Yunanistan'a gider. Yunan Kralı olduğunda daha 17 yaşında idi. Yunanca dahi bilmiyordu. Kendisinden Yunan Halkını yönetmesini ve Osmanlı alehinde çalışması isteniyordu. Otto Atina da ilk önce kendisine bu Parlamento sarayını yaptırdı. Sarayı Alman Kraliyet Sarayı Mimarı Frederich Gaertner'e yaptırır.
  Önce Yunanlılar'a güvence verir. Yeni yasalar çıkarır ve düzenli bir ordu kurar. Ancak Joseph Ludwing von Armansperg'e verilen tam yetki nedeniyle kısa sürede halkın gözünden düşer. 

  1837 yılında Bavyera'lıların baskıcı yönetimi ve ağır vergiler, yüzünden Joseph Ludwig von Armansperg'in görevine son veren Kral Otto Yunanlıları sakinleştirir. 1841 yılında Girit'i egemenliği altına alma girişimlerinde Britanya ile ilişkiler bozulur ve 1843 yılında ayaklanma baş gösterir. Bunun üzerine otokratik yetkilerini sınırlayan ve yerine Ortodoks bir kralın geçmesini öngören bir anayasa çıkarmak zorunda kalır. Böylece eski Bavyeralı danışmanlarının yerini bir Yunan oligarşisi alır. Ancak Büyük Devletlerin, özellikle Britanya'nın 1850 yılındaki Pacifico sorununda sürekli müdahalesi ve Bizans İmparatorluğunu tekrardan canlandırmayı amaçlayan projeler, 1853-56 yılları arasında olan Kırım Savaşından yararlanarak Osmanlılara karşı giriştiği saldırı bunun yanında Fransız ve İngiliz kuvvetlerinin 1854 -1857 yılları arasında Pire'yi işgal etmesi kralın saygınlığını sarsar.       
    1859 yılında İtalya Avusturya arasındaki savaşta Avusturya'yı desteklemesi konumunu daha da sarsar.1858-1862 yılları arasında yaşanan Girit ayaklanmalarını bastıran İngilizlere karşı etkisiz bir duruma düşer. En son 1862 yılında Nafplion garnizonunun ayaklanması üzerine 23 Ekim 1862 yılında tahttan feragat eder ve Bavyera'ya geri döner.
     Kral Otto bu binada 20 yıl yaşar. Otto ayrıldıktan sonra İngilizler 1864 yılında Otto'nun yerine  Danimarkalı Prens George'u getirirler ve Prens George Otto'nu yaptığı saraya yerleşir.
   1909 yılında sarayda yangın çıkar ve saray kapatılır. Kral ve ailesi Atina'nın kuzeyinde, orman içindeki yazlık Tatoi sarayına taşınırlar. O yıllarda artık Yunanistan'a savaş bulutları çökmüştü. Önce Girit'te Osmanlı yönetimine karşı ayaklanmalar başlar sonra da Yunanistan, Osmanlı İmparatorluğu ile savaşa girer. Ardından da I. Dünya Savaşı patlak verir. Ekonomik olarak sarayı tamir ettirecek para olmayınca saray kaderine terk edilir.
  1913 yılının Mart ayında Kral George bir suikastle öldürülür. Oğlu Konstantin tahta geçer. Yunanistan, I. Dünya Savaşı'na girer. İngilizlerle anlaşamayan Kral Konstantin 3 yıl sonunda tahtı oğlu Alexandre'a bırakıp Yunanistan'ı terk eder.

  1922 yılının Ekim ayı başında dalgalar halinde Anadolu'dan göçmenler gelmeye başlar ve binlerce insan ilk etapta yangında hasar görmüş sarayın odaları, koridorları ve salonlarında kalır. 1922 yılının kış ayında 10 bin Rum göçmen Kraliyet sarayının odalarında kalır. Isınmak için sarayın kitaplarının yakıldığı da söylenir. Saray yaklaşık 2 yıl sonra terk edilir.



  Yunanistan'ın 2. Dünya savaşı sırasında Nazi Almanya'sı tarafından işgal edilir ve Almanlar sarayın karşısındaki Syntagma Meydanı'na bakan Grande Bretagne Oteli'ni karargah kurmak için kullanırlar. 



  EAM (Yunanistan Komünist Partisi öncülüğünde kurulmuş bir cephe örgütlenmesi) 3 Aralık 1944 günü için Syntagma Meydanında miting çağrısı yapar. 250 binden fazla insan gösteriye katılır. Göstericilerin önce yolları İngiliz tanklarıyla kesilir. Sonrada tek bir silahı olmayan göstericilere polis tarafından ateş açılır. 28 kişi ölür ve 148 kişi yaralanır.

  Ertesi gün 3 Aralıkta ölenlerin cenazesi büyük bir gösteriye dönüşür ve bu yürüyüş esnasında göstericilere tekrar saldırılır. Yukarıdaki fotoğraf Dmitri Kessel'in fotoğrafı.
Kanlı pankartta ''Tiranlık tehlikesi karşısında halk ya zincirleri yada silahları tercih eder - EAM'' yazmakta. Bu olayların ardından faşist yer altı örgütleri, Nazi işbirlikçileri, İngiliz askerler Atina halkına saldırılarını sürdürür. Churchill'in provakosyonu başarıya ulaşmış ve olayların ardından Yunanistan da iç savaş başlamıştır. Bu olaylar Dekemvriyana ''Aralık Olayları'' aslında sınıf mücadelesinin kanlı kısmıdır diyebiliriz.






















   Syntagma Meydanı'nda iç savaş'tan bugüne kadar, yüzlerce olay yaşandı. Yıllar içinde büyük gösterilere ev sahipliği yapmıştır. 
   150 yıl içinde Yunanistan büyük siyası olaylarla baş etmek zorunda kalmıştır. Parlamento sarayı krallardan halk temsilcilerine geçer. Yeni bir Yunan Parlamentosu yapılacak maddi olanak olmadığından yıkılmaya yüz tutmuş Otto'nun sarayı artık Yunan Parlamentosu olmuştur.
   Syntagma Meydanı diğer bir anlatımla Anayasa Meydanı artık Atina’nın en popüler yeri haline gelmiştir. Ana meydan neredeyse tüm toplu taşıma araçlarının geçtiği, otellerin, büroların, elçilik binalarının, kafelerin ve bankaların, metro istasyonunun bulunduğu şehrin kalbi konumundadır. Meydanda 1834-1838 yılları arasında kraliyet sarayı olarak yapılan sarı renkli “Parlamento Binası” da işlevselliğini devam ettirmektedir. Ayrıca Yunan Ordusu'nun darbeleri, büyük siyasi ve toplumsal olayları, protesto yürüyüşleri, çatışmalar kavgalar da hala bu meydan da sürmektedir.




 Syntagma Meydanı'nı doya doya gezdik. Meydanın ortasında çok güzel bir havuz var orada bir banka oturup dinlendik ve meydanda yaşanmış olayları düşündük. Daha sonra meydanın batı yönüne doğru Ermou caddesinde yürüşe başladık. Burada oturup yiyeceğimiz bir yerler aramaya başladık. Hava kararmaya başlamıştı biz çoktan acıkmıştık. Cadde epey kalabalık. Burası alışveriş yapılacak en iyi cadde.


   Ermou caddesinde ilerlerken caddenin ortasında 11. yy'da inşa edilmiş Bizanslılara ait Panagia Kapkikarea Kilisesi bulunmakta.
   Kilise Atina'nın en eski kiliselerinden biridir. Monastraki meydanına doğru ilerlerken kiliseyi görebilirsiniz.


    Ermou caddesinin sonunda M.Ö 12. yy 'dan beri var olan Kerameikos denen geniş bir alana yayılan antik mezar alanı bulunmakta. Tabi buraları gündüz gezmenizi tavsiye ederim. Biz buraları Roma Agorasını gezerken gündüz gözüyle görmeyi yeğledik. Bu alanda kent surları ve Kutsal kapı ile Dipylon Kapılarının kalıntıları bulunmaktadır. Mezarlıkta göreceğiniz mezar taşları ve heykellerin orijinalleri Arkeoloji ve Oberland Müzesinde sergilenmektedir.
     Epey acıktığımızı fark ettik ve Savvas adlı bir lokantaya girdik. Kebapları sunumları çok güzel tavsiye ederim. Savvas Mitroleos sokağında bulunuyor. 1925 yılında Savvas adlı bir Ermeni mülteci burayı açıyor. Ailesi de halen bu işi sürdürmekte.




   Karnımızı doyurduktan sonra Atina'nın en popüler yerlerinden biri olan Plaka bölgesine doğru yürümeye başladık. Syntagma Meydanı önündeki Ermou caddesinin ara sokaklarından gidilen bu bölge Akropol'ün kuzey eteklerinde yer almakta. Artık dükkanlar yavaş yavaş kapanıyordu. Yine de ara sokaklarda yürüyerek alışverişin tadını çıkardık. Geleneksel ürünlerin dışında oldukça çok Çin malı görebiliyorsunuz. Ayrıca canlı müzik yapan yerler restorantlar, kafeler de bol miktarda var. Sokaklar genellikle trafiğe kapalı rahatlıkla gezilebiliyor. Ayrıca iki katlı küçük balkonlu eski evlerde gerçekten görülmeye değer.
 Burada vakit geçirdikten sonra Monastiraki bölgesine yürüdük.


   Monstraki bölgesi salaş bir görünüme sahip ve daha çok gençlerin buluşma merkezi ve turistlerin epey bir yoğun olduğu bölge. Pina'ya giden metro istasyonun burada olması meydanı daha da kalabalık kılıyor. Biz vardığımızda akşam olmuştu çok fotoğraf alamadım Bölgede akşam gezerken biraz dikkatli olmak gerekiyor. Aslında tüm Atina'da dikkat etmek gerekiyor. Metroda eşimin cüzdanını çalmaya kalktılar. Akşam olunca işlek caddelerde yatan çok evsiz var. Bunun dışında Atina'da çok göçmen var ve çoğu işsiz. 



   Meydandaki en önemli yapılardan bir minaresi olmayan Çisdirakis camisi. Çisdirakis (Tsisdarakis) Camisi Osmanlı döneminde 18.yy da yapılmış şimdilerde müze olarak kullanılmaktadır. Adını 1759 yılında Atina'nın valisi Çisdirakis'den almıştır.



  Caminin minaresi 1821 yılında Yunanistan Bağımsızlık Savaşında yıkılmıştır. Savaştan sonra askerlere hizmet etmiş daha sonra hapishane görevi görmüş, 1915 yılında restore edilerek müze haline çevrilmiştir.



   Meydanın en önemli özelliklerinden biri de 1895 yılında inşa edilmiş Metro İstasyonu. Metro Atina ve Pire'yi birbirine bağlamak için inşa edilmiştir. Şimdilerde yenilenen istasyonla Hava limanına kadar gidebiliyorsunuz.
   Monastiki Bölgesindeki caminin hemen yanında MS. 132 yılında Hadriyan tarafından inşa edilmiş kütüphanenin yan duvarları bulunmakta. Hadrian'nın kütüphanesi Jül Sezar'ın M.S. 10. yy da yaptırılan Roma Agorası'na yakın mesafede ve Plaka ile içi içe geçmiş Monastiraki Bölgesinin konumu bence çok çekici. 
Antik Atina'nın dini siyasi ticari ve günlük yaşantısının ana merkezi olan Antik Agora Monastiraki meydanına giren Adrianou caddesi üzerinde yer alıyor. 10 hektarlık bu bölgeyi ertesi gün gezeceğiz.
  Monastiraki meydanında Piraeous caddesine kadar çevredeki dar taşlı sokaklarda hediyelik eşyalar, bit pazarı ve yiyecek pazarlarını bulabilirsiniz. Diğer taraftan Ermou caddesi ve Omonoia meydanına kadar uzayan caddesi ise barlar, tavernalar, sanat galerileri şarap evleri yine hediyelik eşya satan dükkanlar bulunmakta. 
   Epey bir dolandıktan sonra otelimize döndük. Otelin terasına çıkarak Akropolü seyrettik Akropol gece ışıklandırılmış muazzam görünüyordu.

   
    Aşağıdaki bir kaç fotoğrafı alıntı yaparak Atina'nın gece nasıl güzel göründüğünü paylaşmak istedim.





   Ertesi günü kahvaltımızı yaptıktan sonra otelin önünden taksiye binerek otobüs garına ulaştık. Buradan otobüsle Korint kanalına gittik. Korint Kanalı, Korint Körfezi ile Saronik Körfezini birbirine bağlayan ve Yunanistan’ın kuzeyini Peloponnese - Mora’dan ayırmak amacıyla 1882-1893 yılları arasında inşa edilen Yunanistan’daki bir kanalın adıdır. Kanalın toplam uzunluğu 6,4 km’dir. Genişliği ise 21,4 metredir. Kanalın genişliği az olduğu için, kanaldan en fazla 17 metre genişliğindeki gemiler geçebilmektedir.
     Otobüs bizi kanalın 100 mt. gerisinde tenha bir yerde bırakıyor. Oradan Korint kanalı üzerindeki köprüye yürüyoruz.
   

Vawww denilecek kadar enterasan bir yer.



   Mora yarım adası etrafında 700 km dolanarak gitmektense Ege ile İyon denizini birbirine bağlayan kısa yola ne dersiniz.


   Korint Kanalının yapım fikri ilk olarak Antik Yunan döneminde ortaya atılır. M.Ö. 7.yy' da  buraya Periander tarafından bir kanal yapılmak istenir fakat projenin yapımı zordur. İlk olarak M.S. 67 yılında Roma imparatoru Neron tarafından Korint Kanalının yapımına başlanır. Kanalın yapımı için 6.000 adet köle işçi çalışır. Ama Neron ölünce yapım durdurulur. 15. yy da Venedik'liler tarafından Mora yarımadası ana karaya bağlanmak istenmiş ama o günün şartlarıyla bu gerçekleştirilememiştir.

    Korint Kanalı’nın yapımına 1881 yılında başlanılmış olsa da fikir ilk olarak 1830 yılında çıkmış. 25 Mart 1821 yılında Osmanlı’ya karşı bağımsızlığını ilan eden modern Yunanistan'ın kurucusu Ioannis Kapodistrias 1830 yılında Korint kanalının yapımı için ilk fikri ortaya atar ama kanal için bütçe yeterli olmaz ve proje durdurulur.

             
  
1869 yılında Süveyş Kanalının açılmasından sonra, Korint Kanalı projesi tekrar konuşulmaya başlanırErtesi yıl Başbakan Thrasyvoulos Zaimis hükümeti Korint Kanalı’nın inşasını onaylayan bir yasa çıkarır. 1881 yılında 1. Kral Yorgo’nun da imzasıyla Fransız şirket Société Internationale du Canal Maritime de Corinthe'a ihaleyi 99 yıl boyunca işletme imtiyazı karşılığında verilir. Fakat 8 yıl sonra firma iflas eder ve ihaleyi alan şirketin sahibi Macar István Türr şirketin nakit kaynaklarını tükettiğini ve iflas bayrağı çektiğini belirtir.

 Fakat 1890 yılında Korint Kanalı’nın projesi bir Yunan şirketine verilir ve 11 yıl sonra 1893 yılında kanalın yapımı biter. Korint Kanalı 25 Temmuz 1893 yılında hizmete açılır. 1906 yılında kanaldaki trafik sadece yarım milyon tonajına ulaşabilmiştir. Oysa yılda 4 milyon tonaj hedeflenmiştir. Bizim yaptığımız otobanlar ve köprüler gibi. Şimdi oranı vergisi yine bizler tarafından ödeniyor. Her neyse biz komşuya dönelim. Bu yanlış hesabın sebebi kanalın oldukça dar olmasıdır. Ayrıca kanalın her iki tarafındaki kayalar sürekli kanalın içine yuvarlanmakta ve kanal devamlı bakım görmekteydi.


  Korint Kanalı gemilere yaklaşık 700 km’lik bir yol kazancı sağlamasına rağmen Panama ve Süveyş Kanalları gibi sık kullanılan bir kanal olamamıştır. Bunun nedeni de kanalın çok dar ve tek yönlü trafik olmasından kaynaklanıyordu. Ayrıca Korint Kanalının her iki ucundaki deniz seviyeleri aynı olduğundan kanalda Panama ve Süveyş Kanallarındaki gibi bölmeler yoktur. Bir tünel gibi yani. Bununla beraber iki körfezin farklı  gelgit zamanları, kanalda kuvvetli gelgit akımlarına sebep oluyordu.


  1944 yılında 2. Dünya Savaşı sırasında Almanlar Yunanistan’dan çekilirken kanala ciddi hasar vermiştir. Kanal 4 yıl boyunca kapalı kalmıştır. Böylelikle ticari değeri kaybolmaya yüz tutmuştur. 
  Doğal güzelliği ve korkutucu görüntüsüyle şimdilerde turistik amaçlı gezi tekneleri ve yatlar olmak üzere yaklaşık 15.000 kadar gemi kanalı kullanmaktadır. Kanalın kullanımını arttırmak amacıyla her ne kadar 2013-2016 yılları stratejik planında projelendirme yapılmışsa da Yunanistan ekonomik krize girdiği için proje şimdilik rafa kaldırılmıştır. Korint Kanalı günümüzde sadece turistik amaçlı olarak kullanılan bir kanal halini almıştır.



    Burada biraz vakit geçirdikten sonra etrafı biraz gezdik. Bungee jumping yapılan yere baktık. Yazın buralarda bu tür atlayışlar gerçekleştiriliyormuş.



   
   Otobüsümüz gelene kadar oturduk bir kahve içtik. Sonra Atina'ya geri döndük. Dönüş otobüsümüz daha konforluydu. Etrafı gözlemlerken uyumuşuz....
   Garaja varmadan  Syntagma Meydanına 2 km gerisinde bir durakta inerek yürümeye başladık. 
 İlk gittiğimiz yer Hadriyan kapısı. Akropolisin hemen güneyinde kalmakta.



   Yunanistan'nın merkezinden şehrin doğu tarafındaki Olimpos Zeus Tapınağı'nı kapsayan kompleksine kadar uzanan antik yolun geliş kapısıdır. Kapı Roma İmparatoru Hadrian'ın gelişini kutlamak için M.S. 131. yada 132. yılında inşa edildiği öne sürülüyor. Kemerinde kim tarafından yapıldığı bilinmiyor. Ama Atina'lı vatandaşlar tarafından yaptırıldığı kesin bilgi.






  Kemerin üzerinde ters tarafa bakan iki yazıt bulunmakta. Bunlarda Theseus ve Hadrian'ı Atina'nın kurucuları olduğunu söyleyen yazıtlardır. Yazıtlar Hadrian'ı onurlandırmak için olduğunu göstermektedir. Anıtın tamamı Pentetik mermerden yapılmıştır. 18 metre yüksekliğinde 13,5 metre genişliğinde ve 2.3 metre derinliğinde olan kemerin tasarımı önden arkaya ve yandan yana tamamen simetrik bir durumdadır.



   Hadrian kapısına Parlamento binasının güneyinden devam eden Vasilissis Amalias Caddesi ve Vasilisis Olgas Cadesi'nin köşesini takip ederek de ulaşabilirsiniz. Şimdi Olimpian Zeus Tapınağı'nın kalıntılarını göreceğiz. Tapınağın alanı epey büyük görünüyor. Bu tapınak Zeus için yapılmış en büyük tapınaktır. Parkta Olympian Zeus Tapınağının kalıntılarını görebiliyorsunuz. Dışarıdan da görülüyor zaten. 132 yılında biten tapınağın 108 sütunundan günümüze sadece 16 tanesi kalmış.
   Giriş kapısına geldik. ama park kapalı idi. Sütunlar o kadar yüksek ki dışarıdan da görünebiliyor. Bu da bizi bir nebze rahatlattı. Sütunlar 17 metre yüksekliğinde.




  Tapınağın inşaatı Tiran Pisistratus döneminde M.Ö. 6 yy'da başlamış ve Yunan demokrasisi zamanın da çalışmalar bırakılmıştır. 800 yıl kadar sonra inşaat bitirilmiştir. M.S. 2. yy'da tapınağın bitirilmesi Roma İmparatoru Hadrianus hükümdarı zamanında gerçekleşmiştir. 

















  Hadriyan kapısına varmadan Parlemento binasının arka tarafında kalan Vasilissi Olgas Caddesini takip ederseniz 1840 yılında kurulan Ulusal bahçelerini de görebilirsiniz.           
16 hektarlık bir alanda yer alan Ulusal bahçelerdeki en önemli yapı günümüzde konferans salonu olarak kullanılan Zappeion dur. Biz bu bölgeyi maalesef gezmedik. Kaçırmışız. Ayrıca Ulusal bahçesinin arkasında da turistlerin girilmesine izin verilmeyen ''Başkanlık Sarayı bulunuyor. Bu bina Irodou Attikou Caddesininde bulunmaktadır.
   Tapınağın önünden geçen Vasilissis Olgas Caddesi boyunca ilerlediğinizde ''Staiou Meydanında dünyanın mermerden yapılmış olan tek stadyumu ''Atina Stadyumunu (Panathinaikos Stadium) görebilirsiniz. M.Ö 330 yıllarında yapılmış ve günümüze kadar da bir çok kez restore edilmiştir. Merakınız varsa gezebilirsiniz.

   Biz şimdi Olimpian Zeus Tapınağı'nın yanından yürüyerek Kolanaki bölgesinde yer alan Lykavittos tepesine çıkacağız. Ama buraya keşke arabayla gitseymişiz diye düşündük. Çünkü önce fünikülere binmek için inanılmaz bir yokuş çıktık ve tüm enerjimiz bitti.

   Sonrada çıkmaktan vazgeçtik. Tabi buraya çıksaydık şehri tepeden görecektik. 277 metre yükseklikteki bu tepede ayrıca 1835 yılında yapılmış Ayios Georgios Şapelinde yaz aylarında konser olarak kullanılan bir de tiyatro mevcutmuş. 
   Çıkması çok zor ama inmesi epey bir kolay ve eğlenceli olan yüksek kaldırımlardan inerek tekrar Syntagma meydanına gittik. Burada falefal yiyerek karnımızı doyurduk ve otelimize geri döndük. Bugün epey yorgun düştük .
  Ertesi günü Monstraki bölgesine yakın mesafede bulunan Antik Agora'yı gezeceğiz. Tekrar Monstraki bölgesine gittik. Buradan da Atina'nın tarihi mahallesi Thesseion'a gidiyoruz. Thesseion eski adıyla Teselyon aslında Hephaestus tapınağının eski adıdır. Önceleri Hephaestus tapınağı kahraman Thesseus tapınağı olarak biliniyordu. O yüzden bu bölgenin
adı Thesseion olarak kalmış.
  Atina’da iki tane agora vardır. Birisi Monastiraki-Plaka arasındaki küçük Roma Agorası, diğeri de büyük Antik Yunan Agorası. Biz Antik Yunan Agorası’na gireceğiz diğerini dışarıdan gezeceğiz.
   Tren istasyonun yanındaki kafelerin önünden geçerek Antik Agora'nın bulunduğu Adrianou caddesinin sonuna yakın olan kuzey kapısından alana giriş yaptık.












  M.Ö. 600 yıllarından itibaren Antik Agora antik dönemde Atina’daki sosyal hayatın kalbinin attığı dini, siyasi, ticari ve güncel olayların yaşandığı, tartışmaların yapıldığı 10 hektarlık tarihi bir alan. Günümüze kadar ulaşan arkeolojik bir çok kalıntılarıyla halen müze olarak kullanılan Attolos Stoası,  M.Ö. 415 yılında tamamlanan Hephaistos Tapınağı’nı ve Church of the Holy Apostles ile sizi tarihin geçmişine götürecek ve düşündürtecek güzel bir gezinti olacaktır.



  Bahçeye girdiğiniz yer epey büyük bir alan. Hephaistos tapınağına doğru ilerlerken bahçedeki ağaçlar inanılmaz güzellikte.




  
  Ve Hephaistos tapınağı göründü. Tapınağa doğru ilerlerken Agoranın Yunanca toplanma anlamına geldiğini bildireyim size. Atina'da bir antik agora bir de Roma Agorası bulunmakta ikisi de gezilebilecek şahane yerler ama bir tanesi yeter de artar diyorsanız birini gezebilirsiniz. Zaten Atina'dan ayrıldıktan sonra bir müddet tarihi yer ve eser görmek istemeyebilirsiniz. Burada tarih her adımda karşınıza çıkıyor. Sanki geçmişle günümüz bütünleşmiş gibi.


  Parkın içinden panathenaic yoldan ilerleyerek tapınağa çıkıyoruz. Karşımıza ilk olarak  Agrippa'nın Odeon'ı çıkıyor.  İmparator Augustus'un yönetimindeki Romalı devlet adamı ve general Marcus Vipsanius Agrippa  Antik Agora merkezine  M.Ö 15 yılında büyük bir konser salonu inşa eder ve  Atina halkına hediye eder. İki katlı olarak inşa edilen konser salonunda 1000 kişilik seyirci yeri ve yükseltilmiş sahnesi bulunmaktaymış. Çoğu malzeme mermerden yapılmıştı. Bu salonda eskiden müzikal gösteriler yapılırmış. Odeon zaman içinde 267 yılında Herulias tarafından yıkılır. Bu dediklerimden şimdilerde hiç bir şey kalmamıştır. 5.yy başlarında buraya Devler Sarayı denen bir yapı inşa edilmiş. Bu sarayın kuzey kısmına Triton denilen yarı insan yarı balık şeklinde tanrı heykelleri yapılmış. Şu an bu heykellerden 3 tanesi ayakta kalmıştır. Diğer heykellerle binanın diğer yapıları yok olmuştur.




 Agrippa'nın Odeon'ın yanından ilerleyerek  Agoraios Kolonos denen bir tepeye çıkıyoruz. Hephaistos tapınağı Acropolis'teki Parthenon tapınağına çok benzemekte. Bu tapınak ondan daha küçük ama daha yeni kalmış.


Hephaistos tapınağı küçük bir tepeye inşa edilmiş. Şimdilerde çevresi yeşilliklerle kaplı. İçine girilmesine izin verilmiyor.



  Hephaistos tapınağı Zanaat ve demircilikle uğraşan Yunan Ateş Tanrısı Hephaistos ve Barış Tanrıçası Athena'ya adanmıştır. Tapınağı sadece dışından görebiliyorsunuz. İçeri girmek yasak.



  Tapınak M.Ö 460-120 yılları arasında inşa edilmiş ve günümüze kadar en iyi muhafaza edilmiş Yunan tapınaklarından biridir. Osmanlı döneminde aktif olarak kullanılması günümüze kadar korunmasına yol açmıştır. 



  Tapınak Atina'daki diğer tapınaklar gibi Pentelikon mermerinden yapılmıştır. Bu tapınakta da dairesel başlıkları ayırt edilen dor düzeni görülmektedir.



  Günümüzde kullanılan bir çok mimari yapı Hephaistos Tapınağının mimarisinden esinlenilerek yapılmıştır. Örneğin Edinburg'taki Yeni Parlemento Binası gibi Virginia Alington'daki Arlington House gibi....


Azıcık size Hephaistos Tanrısından bahsetmek istiyorum. Bu tanrıyı araştırırken kendisi epey ilgimi çekti.
  Tüm fani zanaatkarların en iyi yürekli tanrısı olan Hephaistos çirkin ve topal olmasına karşın halk tarafından Olympos tanrıları arasında en çok sevilen tanrıymış. Hephaistos’un doğumu ile ilgili iki anlatım mevcut. Homeros'a göre  Zeus ve Hera'nın oğludur . Zeus ve Hera'nın tartışmaları sırasında Hephaistos annesinin tarafını tutar ve Zeus tarafından Olympos'tan aşağı atılır. Hesiodos'a göre Hera'nın bir kıskançlık sonucu Hephaistos'u babasız doğurması ve doğan çocuğun çok çirkin olması sonucunda Hera'nın gazabına uğrayarak Olympos'tan aşağı atılır. Başka versiyonlarda mevcut ama sonuçta mitolojideki kesin olan sonuç Hephaistos sakat kalır. Üstelikte çirkindir. Neyse hikaye bitmiyor tabi.... 

Olympos'tan aşağıya atılan Hephaistos deniz perisi Thetis tarafından kurtarılır ve deniz altında bir mağarada 9 yıl boyunca ona bakar. Hephaistos, minnettarlığını ödeyebilmek için deniz Perisi Thetis'e değerli hediyeler verir.
   Deniz altındaki bu mağarada yetenekleri gelişir ve demircilikte, heykeltraşlıkta ve taş işçiliğinde çok yetenekli biri olur. Böylelikle Hephaistos annesi Hera'dan intikam almak için ona altından bir taht yapar. Bu tahtın özelliği üzerine oturan kişinin tahtan bir daha kalkamayacağı biçimde tasarlanmış olmasıdır. Nitekim de tahtın güzelliğine karşı koyamayan Hera tahta oturur ve bir daha da kalkamaz, onu kurtarabilmek için bütün Olympos tanrıları seferber olduysa da başarılı olamaz. Böylece Hephaistos kendisine karşı her zaman kötü davranmış annesinden intikamını almış olur. Demek ki ne imiş anne değil büyütendir. 

 Dionysos'un ikna çabaları sayesinde Hephaistos annesini içerisinde bulunduğu durumdan kurtarır. Olympos'a geri dönmeye ikna olan Hephaistos annesinin içerisinde bulunduğu aşağılayıcı vaziyetten kurtardığı için Zeus tarafından övgüyle karşılanır.
 Olympos'a döndükten sonra kendine som altından son derece güzel bir saray inşa eder. Diğer tanrılara da görkemli saraylar inşa eder. El işçiliğindeki mahareti sayesinde 
Akhilleus ve Aeneas'ın zırhını, Harmonia'nın kolyesi Ariadne'nin tacı,Hermes’in başlığını, Medusa’nın kesik başını Olympos’taki tüm tahtları ayrıca kilden ilk kadın olan Pandora'yı da o yapmıştır.
  Hephaistos ateşin, zanaatkarların, madenlerin ve demirciliğin tanrısıdır ve her önemli mitolojik olayda karşınıza çıkmaktadır. Yapmış olduğu yararlı işler sayesinde Zeus'un büyük övgüsünü kazanır. Zeus bunun karşılığında Hephaistos'u Aphrodite ile evlendirir. Oysa bu evlilikte aşk tanrıçası Afrodit'in fikri sorulmamıştır. Nitekim ortada yanlış bir durum vardır. Şöhrete, güzelliğe ve sadakatsizliğe sahip olan Afrodit ve tanrılar arasındaki çirkinliğiyle ünlenmiş olan Hephaistos doğru bir eşleşme değildir. 


 Sonunda her daim çapkın bir mizacı olan Aphrodite Hephaistos'u bir çok kez aldatır. Bunların en ünlüsü Hephaistos'un üvey kardeşi savaş tanrısı Ares'e ile olur. Bu durumda aldatılan Hephaistos çiftin üzerine altından işlenmiş bir ağ atıp onları hapseder ve tüm Olympos tanrılarına karşı komik duruma düşürür. Denizler tanrısı Poseidon'un araya girmesi yüzünden midir bilinmez Hephaistos Afrodit'i affeder ve kurduğu tuzaktan kurtarır.
  





     Hephaistos ve Athena'nın da birlikte bir  hikayeleri var. Bakire tanrıça Athena bir gün demir ustasına silah yaptırmak için Hephaistos'un yanına gider. Hephaistos Athena'yı arzular ve tecavüze yeltenir. Athena bu saldırıdan kurtulur ama Hephaistos'un menileri Athena'nın bacağına gelir ve Athena bundan tiksinir ve yünlü bir bez parçası ile bunları silerek yere atar. Toprağa düşen menilerden Erechtheus doğar. 

    El becerileri ve ustalıkları ile tüm duyarlı zanaatkarlardan saygı gören Hephaistos resim ve heykellerde orta boylarda güçlü ve kaslı bir şekilde tasvir edilir. Bir elinde bir çekiç tam da örse vurmaya hazırlanırken, bir elinde de şimşek demeti bulunur. 

    Böyle bir tanrıya'da Atina'daki Thessio bölgesinde bulunan Agora arkeolojik alanında günümüze kadar gelen neredeyse hiç bozulmamış olan Hephaistos tapınağı yakışır.




   Günümüzde Centaurların Savaşı’nı anlatan frizlerinin bazıları kırılmış ya da kaybolmuştur. Ama genel olarak iyi denecek kadar korunmuş bir vaziyettedir.              Kayıtlara göre, tapınağı iç ve dış tarafından çevreleyen frizler Theseus’u, Heracles’in görevlerini, Centaurlar ve Lapithlerin savaşlarını, Erichthonios’un doğumunu, Thetis’i konu almaktadır. 
   Theseus frizleri ilk başta buranın ünlü mitolojik kahramanı Theseus adına yapıldığını düşündürmüş. Hatta bölgeye, Thissio denmesi bu yüzdenmiş.


  Fakat Pausanias’ın günümüze ulaşan bilgisine göre tapınak içerisinde Hephaistos ve Athena’nın heykelleri bulunuyordu. Heykellerin sıralanışında Erichthonios’un doğumu işlenmiştir. 
  Tapınağa bugün Hephaistos Tapınağı denmesinin bir başka nedeni ise bölgede yapılan kazılarda bir çok Hephaistos’u ilgilendiren alanlarda ( demir işçiliği, taş işçiliği..) eserlerin bulunmasıdır.Tapınağın Athena ile Hephaistos’a adanmış olduğu kabul görmekte. Yapımı Acropolis’teki Parthenon ile aynı döneme denk gelmektedir. Fakat Parthenon’un şehrin hakimi Athena’ya ait olduğu düşünülürse o dönem Hephaisteion’un yapımı ertelenmiş olabilir. Bazı kaynaklar ise bu tapınağın Parthenon’dan daha evvel yapıldığını söylemektedir. Fakat genel olarak bakılırsa her ikisi de Pericles döneminde yapılmıştır.

    Demircilikle uğraşan ve ateşler tanrısı olan Hephaistos’a adanan bu tapınak 6 sıra halindeki 13’er sütun üstünde yükselir. Tapınağın uzun tarafları 31,7 metre ve kısa tarafları 13,7 metredir. İyonik tarzdaki frezleri Parthenon’dan esinlenilmiştir. 
7.yüzyılda Hephaistos Tapınağı kilise olarak kullanılmış ve o dönemde bazı heykellerin ve frizlerin korunması sağlanmıştır. Yoksa hepten yok olacaklarmış. Tapınağın iç kısmı ve kolonlar arasındaki tavan kısmı günümüze kadar korunmuştur. 
   Antik Agora’dan Acropolis’e doğru baktığınızda Hephaistos’un aşağıdan Athena’ya baktığını Athena’nın da hemen yanında bu garip ilişkiden doğan Erectheus’u görebilirsiniz. Tapınaklar sanki bu hikayedeki Hephaistos’un özlemini, Athena’nın gücünü ve Erechtheus’un tanrısal bir soydan geldiğini gösterircesine inşa edilmiştir.





















  Tapınağın bulunduğu tepeden aşağıya doğru inerek arkeolojik alanı gezmeye başladık.


  Bu gördüğünüz Büyük Akaç anlamına gelen Great Drain. Amacı Agora'nın toprakları tarafından emilemeyen artık suları Eridanos nehrine göndermek için yapılmış bir nevi su kanalı. M.Ö 5 yy'da yapılmış drenin bir kısmını görmekteyiz.







  Burası Orta Stoa ,Middle Stoa diye geçiyor. Ama ortada bina falan kalmamış sadece bazı  sütunların yıkılmış kısımları görülüyor. Eskiden burası Agoranın merkezinin en önemli kısmıymış. 



  Arka planda kırık bir sütun bulunan meydan aslında daire şeklinde bir alanmış. Atina hükümetinin yönetim birimlerinin yerleştirildiği dairesel binaya Tholos deniyor. Burada elli üyeli yürütme komiteleri ile toplanılıp görev dağılımları yapılırmış.



Tabi şu anda kırık taş bir sütun parçasından başka hiç bir şey görünmüyor.



    Hadrian adına dikilmiş heykelin yanından geçerek tam karşısında bulunan Attolas Stoas'ına gidiyoruz.


     
  Şu ana kadar çok geniş bir alan gezdik. Agoranın içinde bir çok eski ve restore edilmiş tarihi yapılar var. İşte bunlardan en önemlisi Attolas Stoası. Şimdi onu gezeceğiz, ama önce Stoa'nın içindeki modern tuvaleti mutlaka ziyaret edin derim.



























  Stoa eski Yunan kentlerinde halkı güneşten ve yağmurdan korunmak amaçlı sütunlardan inşa edilmiş üstü kapalı ve yarı kapalı binalardır.  


    Attolas Stoası'nın yapımı M.Ö 159-138 yılları arasında Bergama Kralı II. Attolas tarafından yapılır.
  Attolas Stoas'ı 1952-1956 yılları arasında Amerikalı mimarlar ve Yunan mimar Ioannis Travlos ve Yunan İnşaat mühendisi Yoeryios Biris tarafından restore edilerek müze haline getirilmiştir. İlk yapının günümüzden 2600 yıl önce olan bu Stoa restore edilmiş olup boyu 18 metredir.



   Antik Agoranın en büyük özelliklerinden birisi M.Ö. 399 yılında Sokrates'in yargılandığı Stoa olmasıdır. Çok önemli bir filozof olan Sokrates bu binada idam cezası alır. Kendisi buna dayanamayıp baldıran zehri içerek ölür. Daha sonradan kıymeti anlaşılır da iş işten geçmiştir.
  1786 yılında J.L. David tarafından yapılan tabloda, Atina'lıların soru sormasını engellemek amacıyla çeşitli bahanelerle mahkum ettikleri Sokrates'in baldıran zehrini içmeden önce arkadaşına tavuğun borcunu ödemesini söylemesi resmedilmiş.

''Soluk aldığım ve aklım başımda olduğu sürece felsefeyle uğraşmaktan, öğütler vermekten ve doğruyu anlatmaktan vazgeçmeyeceğim'' SOKRATES


 İki katlı olan stoa'nın zemin katının içindeki müzede Atina'nın 5000 yıllık tarihinden kalma tarihi eserleri görebilirsiniz. Atina'lıların Sparta'lılara karşı M.Ö. 425 yılında Pylos savaşında kullanılan bronzdan yapılmış Sparta kalkanını, Zafer tanrıçası Nike'nin büstünü, Atina'lıların demokrasi kitabesini görebilirsiniz. Dış kısmında da mermer zeminde koşabilir geometriksel fotoğraflar çektirebilirsiniz. Ayrıca duvarın kenarında sergilenen heykelleri görebilirsiniz.




                                 Portrait bust of the Emperor Antoninus Pius.
                                      İmparator Antoninus Pıus Portre Büstü


                                                           Afrodit with a water Jar
                                                       Bir su Kavonozo ile Afrodit


                                                                      Winged Victory
                                                                         Kanatlı Zafer

                                                 Cult statue of Apollo Patroos
                                                 Apollo Patroos'un Kült Heykeli




                                                                 Afroditin Heykeli




 Son olarakta Kutsal Havariler Kilisesinin bulunduğu yere doğru yürüyoruz. Orjinal adı Church of the Holy Apostles


   Kilise 10. yy ortalarından günümüze kadar sağlam kalmış anıtlardan biri olmasından dolayı önemlidir. Attalos Stoası'nın hemen yanında konumlanmıştır.


  Kilise su perilerini kutsamak için yapılan Nymphaion denen bir su kaynağının üstüne inşa edilmiştir. Pantokrator İsa (Ortodoks kültüründe Hz. İsa'nın pozlarında biri), Baş melek John,ve kanatlı melekler (Kerubim) resimleri kilisenin en değerli eserleridir. Hepsi de orjinaldir. Ayrıca dış cephesinde seramik taşlarla yazılmış Arap yazısı tarzındaki Kufic tarzda süsleme ve yazılarda bulunmaktadır. Kilisede 17. yy'dan kalma birçok duvar resmide bulunmakta. 
  Bizans tarzında yapılan kilisenin 4 adet sütunun üzerinde desteklenmiş bir de kubbesi vardır. Kilise en son olarak 1954-1957 yılları arasında Amerikalılar tarafından restore edilmiştir. Kilise hemen hemen her zaman kapalıymış. Tabi biz gittiğimiz de de kapalı olduğundan bu bahsettiğim resimleri görme imkanımız olmadı.



   Kilisenin içinin restorasyonunda Piet de Jong tarafından yapılan orjinalinin hemen hemen aynısı olan Saint Spyridon ve Saint Antohony resimleri.
  1954 yılında restorasyon projesi başlanmadan önce kilisenin zemini kaldırılmış ve kilisenin tarihini belirlemek için kazılar yapılmış. 
   


 Kutsal Havariler Kilise'sinin 1954 yılı Ağustos ayında son eklemelerle tamamlanmış haliyle güneybatıdan çekilmiş fotoğrafı. 



Kutsal Havariler Kilise'sinin 1956 yılı Eylül ayında kuzey batıdan çekilmiş fotoğrafı 

Tarihi kapısı
Arap yazısı tarzındaki Kufic tarzda süsleme ve yazılar

   Artık Antik Agora'dan ayrılma vakti geldi. Bu alanda epey bir vakit harcadık. Geldiğimiz kapıdan çıkarak  Adrianou caddesinde yürümeye başladık. Cadde metro istasyonuna kadar kıvrılarak uzanıyor. Barlar kafeler olan bu cadde çok canlı ve kalabalık bir yer. Antik Agora kompleksinin içinde bulunan Attalos Stoası'nın tam arka tarafında ise Roma Agorası var.
   Roma Agorası'nı ayrıntılı olarak gezebilirsiniz ama biz çevresinden gezerek baktık. Artık buranın ayrıntılı gezisini size bırakıyorum.

 
 Roma Agora'sının en önemli özelliklerinden biri Fatih Sultan Mehmet'in yaptırmış olduğu Fethiye camisini görebilirsiniz. 1456 yılında Osmanlılar burayı fethedince burada bulunan bir kilisenin kalıntıları üzerine yapılmıştır. Caminin hemen yanında mezar taşları da bulunmakta. Cami İstanbul'da bulunan camilerle benzer özellik taşımakta. Kubbeli yapısı ile Türk mimari sanatının 18. yy özelliklerini yansıtmaktadır.



 Ayrıca Roma Agorasında Julius Caesar döneminden kalma Athena Archegetic (Lider Athena) anıtı da bulunmakta. Üzerinde o döneme ait olduğuna dair yazılarda yazmaktaymış.









 Yine dönemin önemli devlet adamları ve heykellerinin yer aldığı Propylon da burada bulunuyor. 








   Bu gördüğünüz sekizgen bina Rüzgar Kalesi. Sekizgen biçimde yapılmış olan yapının her biri bir rüzgar tanrısını temsil ediyor. M.Ö 50 yılında Suriyeli astrolog Andronikos Kyrrhestas tarafından yapılır. Güneş saati, rüzgar gözlemi ve su saati amacıyla kullanılmış. 18.yy'da Osmanlı döneminde Mevlevi evi olarak ta kullanılmıştır.


  Monastraki bölgesine doğru yürümeye başladık. Metroya varmadan hemen solda Hadrian kütüphanesinin kalıntılarını görebilirsiniz. 
















  M.S. 132 yılında Roma İmparatoru Hadrianus tarafından inşa edilmiştir. Bina Roma Forumu tarzı ve Korint düzenine sahip sütunlarla yapılmıştır. Burada Sanat galerisi halk meydanı ve konser salonu olarak da kullanılan kütüphanenin kalıntılarını görebilirsiniz.
 Kütüphanenin yanında olan cami daha önceden bahsettiğim Mustafa Ağa (Tsisdarakis) cami. Böylelikle Monstraki meydanına çıktığımızı anlıyoruz.

  Şimdi Liman kenti olan Pire'ye gitmek için metroya biniyoruz. Bu metro aslında epey bir dışarıdan gidiyor. Zaman zaman tren zaman zaman metro oluyor anlayacağınız.
  Bu arada insanları tanıma fırsatı da buluyorsunuz. Genel olarak Pire'ye doğru yaşam standartları düşüyor. Nüfus genelde orta yaş üstü, genç nüfus çok azalmış. Ekonomik kriz yüzünden sanırım gençler Avrupa'nın başka şehirlerine çalışmaya ya da okumaya gidiyorlar. Yunan halkının mutsuz ve yorgun olduğunu gözlemledim. Kalabalık yerlerde hırsızlık olayları çok. Evsiz ve sokaklarda yatan çok insan var.
  
Atina'nın nüfusu 1920 yılında Türkiye ile yapılan Ahali Mübadelesi sonunda 1 milyonun üzerindeki Rum'un Anadolu'dan Yunanistan'a göç etmek zorunda bırakılmasıyla başlar. Yunanistan'a gelenler Atina ve Pire çevresinde gecekondu bölgelerinde kalmaya başlamışlardır.
  Bu göçten sonra Atina'nın  nüfusu bir anda neredeyse ikiye katlanmış ve Atina güneyde Pire'ye, kuzeyde Kifisia köyüne doğru büyümeye başlamıştır. 1940 yıllarında kent Alman işgali sırasında harap ve bitkin düşmüştür.
1946-49 yılları arasında olan iç savaş nedeniyle kırsal bölgelerden şehre göç ile kalabalıklaşmaya başlamıştır. Bu yılları takip eden 3 sene boyunca Atina'da 100.000 den fazla insan açlıktan ölmüştür. İşgalin bitmesi ve iç savaşın başlamasıyla da şehrin bu durumu sürmeye devam eder.
 1950 yılında Atina'da bir inşaat sektörü harekete geçer ve çarpık bir yapılaşmaya başlar. Eskiden kentin dışında kalan Likavittos Tepesi, şehrin bir parçası olur. Şehir deniz yönüne doğru büyüyerek Pire'yle birleşir. Trafik artmıştır. 1960 yıllarında Atina artık kozmopolit bir kent gibi olmuştur. Atina'nın bu hızlı değişimine karşın, 1931-60 yılları arasında tamamen restore edilen antik Agora ile çevresindeki caddelerde ve Akropolis'in kuzeyinde yer alan Plaka'da hala eski kentten izler bulmak mümkündür.
















    Pire'ye geldiğimizde sanki Eminönü'ne gelmiş gibi bir izlenim oluştu bende. Çok kalabalık ve keşmekeş bir hali vardı.
Bu şehre 25 dakika da geliyorsunuz. Atina'dan 10 km uzaklıkta. Yunanistan'ın ana limanı ve endüstri kentidir.

   Pire'nin geçmişi Antik Yunan dönemine kadar uzanmakta. M.Ö 5. yy'da bir liman kenti olan Pire ticaret ve transit geçişlerinden dolayı hızla şehrin gelişmesini sağlamış. M.S. 4. yy'da işlevini kaybetmiş. Liman 19. yy'da tekrardan eski işlevini kazandı. Günümüzde oldukça popüler bir şehir haline gelen Pire'de kalkınma çok hızlı olmuş. Duyduğuma göre Atina'lılar ve Pire'liler birbirlerinden haz etmiyorlarmış. Neyse bu onların problemi diyerek Atina'ya döndük. Otelimize gidip eşyalarımızı topladık ve hava alanına gittik. Yurda uçma vakti.




     Atina'dan ayrılırken tekrar gelmek istediğimi düşündüm. Göremediğim yerler oldu. Örneğin M.Ö 4. yy da yapılmış olan Dionysusu Tiyatrosu Akrapol'ün güney yamacında kaldığı için orayı gezemedim. Ayrıca Akropolis Arkeolojik müzesini de görmek istediğim yerler arasında