Translate

7 Ağustos 2017 Pazartesi

18-19 -20- 21-22 ve 23. gün Andorra, La ciotat ,Grasse, Cannes, Montecarlo,Parma,Bologna


18/Temmuz/ 2015

    Sabah kalkıp güzel bir kahvaltıdan sonra güzergahımızı belirledik. Bundan sonra geri dönüş yoluna gireceğiz. Bugün vergisiz ticaretin döndüğü Andorra ülkesine gidiyoruz.
Andorra İspanya ile Fransa arasında Pirene dağlarının eteklerinde daracık bir vadiye kurulmuş oldukça küçük bir ülke. Yüzölçümü 468 kilometre kare ve 80 bin nüfuslu, ama turisti bol yılda yaklaşık 10 milyon civarında. Sebebi de vergisiz alışveriş merkezi olması.


    Pirene dağlarının eteklerinde olduğu için kış turizmi içinde oldukça tercih edilen bir yer. Bu kayak merkezine turistlerin bir başka gelme amacı alışveriş yapmak. 
    Andorra ekonomik olarak çok refah bir ülke, kış sporları ve gümrüksüz ürün satışlarıyla ülke turist kaynıyor. Aynı zamanda bu zengin ülkenin bankacılık sektörü de kısmen vergi cenneti statüsündedir.


    Andorra'nı tarihi M.S 803 yılına dayanıyor. Yıllarca İspanya ve Fransa arasında gidip gelen ülke 1900 yıllarında İspanya'ya ağır gelmeye başlayınca ülkeye bağımsızlığı verilmiş. Andorra Persliği Monarşi ile yönetiliyor ama 1992 yılında demokrasiye geçilmiş, yani demokasiyle yönetilen bir perslik......
     Ancak ülkenin idaresi biri Fransa'da yaşayan prens ve diğeri Andorra sınırları içindeki Urjel köyünde yaşayan başpapaz olmak üzere iki prens tarafından yönetilmektedir. Aynı zamanda bir AB ülkesi olmamasına karşın euro kullanıyor.    

  Ülkede işsiz yok, resmi dili Katalanca olan bağımsız bir ülke.....      
   Barselona'dan Andorra'ya 3 saate geldik. Gümrük kapısından girmek için de bekliyorsunuz. Epey kalabalıktı. İpini koparan buraya gelmiş.
   Neyse şehre girdik. Epey bir gittikten sonra arabayı nereye koyacağız bu alışveriş yeri neresi falan derken yol kıyısında bir yere park ettik. Baktık öyle bir dükkan falan yok. Buralarda bir 20 dk kaybettikten sonra tekrar arabayı alıp cazibe merkezine gittik. Burada da otopark bulmak zor. Neyse sonunda bir yer bulduk Artık alışverişe başlayabiliriz.





    Aşağıya doğru büyük bir cadde yani şehrin ortasından akıyor..... Her iki tarafında sağlı sollu dükkanlar, cafeler, hediyelik eşya dükkanları, bankalar var. İlginç olan tüm mağazalar free shop, vergi yok buradan çok büyük bir viski, toblerona çikolata ve süper bir çantayı çok uygun fiyata aldık....Ama bizim için çokta ucuz sayılamaz, çünkü euro ödüyoruz. Hemen hemen aynı fiyata geliyor. Ama içki hakikatten bizdekine göre çok ucuz, çünkü Türkiye'de içkinin vergisi çok fazla. Parfümler 150 ml kadar izin veriliyor. Elektronik eşyalar daha uygun içkiler bizim ülkedeki fiyatların dörtte biri kadar. Çok fazlada alamıyorsunuz hem Andorra gümrük kapısından hem de hava alanından geçirmek sıkıntılı. Arama yapıyorlar....
    Aslında gümrüksüz alışverişten dolayı turistler tarafından çok ilgi odağı olunca Almanlar, Fransızlar ve İspanyollar bu ülkeye gelip başta beyaz eşya ve gıda malları olmak üzere arabalarına doldurup gidiyorlarmış. Bunun üzerine ülkeler ekonomik açıdan etkilenince Avrupa Komisyonu turistlere kota koymuş. Buna göre bir turiste 150 ml parfüm, 2 karton sigara, 1,5 lt alkollü içki olmak üzere tek parça eşyada 1100 euroya kadar alışveriş hakkı veriliyor. Değerli mallardan bir kaç parça alırsanız bu kota geçerli olmuyormuş. Dolayısıyla ülkeden çıkarken gümrükte arabalar kontrol ediliyor. Biz çıkarken çok bakmadılar sanki göstermelik arıyorlarmış gibi. 


    Bence alabileceğiniz şeyler çikolata, içki, marka saat ve gözlükler olabilir. Parfümler zaten free shoplardaki fiyatlarla aynı. İçkileri alırken de dikkat edin Hava alanından geçirebilecek misiniz?  Valize koyabilirsiniz ama bu seferde valiz ağır gelirse ona da bir para vermek zorundasınız.







  
       Andorra'ya gelirseniz alışverişin dışında El Tarter ve Pal Soldue bölgelerinde kayak merkezleri bulunmakta. Kış turizmini canlı olduğu Andorra'da birde Caldea isimli bir spa merkezi var. Çok methedilen bir yer. Kışın bir gün yolum düşerse geleceğim yerlerin başında geliyor.
      İşte size internetten aldığım Spa merkezinin fotoğrafları... Burası Avrupa'nın en büyük spa merkezlerindenmiş.
      


   Barselona'ya gelirseniz bu küçük ama içi büyük ülkeyi mutlaka ziyaret etmelisiniz.
Yola koyulduk....Andorra'dan ayrıldığımızda saat akşam üstü 17:00 gösteriyordu. Amacımız Toulouse şehrine girmekti. Ama yol biz sağa verdi bizde Toulous'e uğrayamadık. Yol üzerinde La Montagnete'ye gitmek zorunda kaldık. Yine yol üzerinde bir otelde kaldık. Le Pavillon otel.


19/Temmuz/ 2015

 İyi bir kahvaltı sonucu yola koyulduk..... Güney Fransa'da yer alan 2000 yıllık bir tarihe sahip olan şehir Nimes'e gidiyoruz.
 Daha şehre girer girmez Romalılardan kalma harabeler ve Roma Arenası sizi karşılıyor. Sanki Roma'ya giriyorsunuz gibi...




   Nimes Roma kültürüne ve tarihi kalıntıları ile bayağı egzantrik bir yer. Fransa'nın Roması diyebiliriz. Eğer bu tür tarihe meraklı iseniz burası tam size göre. Öğlen saat 13:30 gibi şehre girdik ama inanın çok sıcaktı....etrafta da kimseler yoktu. Sanırım çok turistik bir yer değil yada adı fazla duyulmamış. Arabayı park edip şehri tura çıktık ama inanın çok sıcak.


    Şehrin tarihi 6. yy da başlıyor. Burada ''Volcae Arecomici'' isimli bir Kelt kabilesi bulunmaktaymış. Bu kabile buraya bir sığınak inşa etmiş. Daha sonra M.Ö 120 yıllarında bölgede Roma lejyonlarının yaşadığına dair kanıtlar var. Aslında oldukça eski bir şehir olan Nimes'de Romalılar 2. yy da refah ve zenginlik içinde bir dönem geçirmişler daha sonra savaşlar istilalar derken 5. yy Vizigotlar şehre gelmiş ve refah seviyesi gerilemeye başlamış.





    Nimes Roma tanrısı Nemausus adına kurulmuş bir '' Bahar şehri '' olarak ta bilinmekte. Roma arenası ve restore edilmiş görkemli çağdaş mimarisi ile Roma tapınağı olan Maison Carree ile gerçekten muhteşem bir görsellik sunuyor.





  Nimes'teki arena günümüze kadar oldukça iyi korunmuş bir durumda. Sürekli tadilat geçiren bu Roma Arena'sında hayvanlarla gladyatörlerin dövüşleri, gladyatörlerini birbirleri ile dövüşler yapılırmış. Tıpkı Roma arenasında olduğu gibi. Sonu ölümle biten bu tür dövüşlerden halk nasılda zevk alıyormuş. Barbarca.... 





   Roma Arenasında yapılan bu tür eğlencelere 11.yy ve 12.yy da İspanya'dan gelen bir başka eğlence tarzı daha Boğa güreşleri de gelmiş.18. yy Nimes'de bu tür eğlenceler oldukça ünlü olmuştur.

 
  İşte benim matadorum. Matador II. Nimeno ....Onun heykeli.


























     Heykele Hayvan severler tarafından bir kaç kez saldırı olmuş. Birinde tuz ruhuna benzeyen bir kimyasal madde atılmış, birinde de kırmızı boya ile saldırılmış. Ama şimdi sapasağlam karşımızda.


   Bu arada kim bu II. Nimeno dersiniz onu da araştırdım. II. Nimeno, Alain  Montcouquiol da bilinen I. Nimeno olan boğa güreşçisinin kardeşi Christian Montcouquio'dur.  1975-1982 yılları arasında yaşamış ve İspanya, Fransa ve Latin Amerika'da arenalarda yer almıştır. 1982 yılında menajeri Manola Chopera'nın yanında ayrılarak abisinin yanında dönmüştür.
  14 Mayıs 1989 yılında Portekizli torero Victor Mendes ile beraber 6 boğayla dövüşmeyi planlamışlar, Mendes maçın başında yaralanınca II. Nimeno tek başına 6 boğayı yenerek meşhur olmuş.
   10 Eylül 1989 yılında Aerles'te yarışırken kaza geçirip başı hasar görmüş ve aylar süren tedavi sonucunda bacaklarını ve sağ kolunun kullanımın tekrar kazanmasına rağmen sol kolu felç kalmış ve 25 kasım 1991 yılında garajında kendini asarak intihar etmiş.



  Place des Arenas bölgesindeki 23 bin seyirci kapasiteli Roma anfi tiyatrosu. Gladyatör dövüşlerinin yapıldığı bu tiyatroda halk sosyal rütbelerine göre otururlarmış.
Yapı 101 metre genişliğinde 133 metre uzunluğunda ve yüksekliği 21 metredir. Yapıda çok sayıda merdivenler ve dairesel galeriler varmış. Ben göremedim, görmek isterseniz 8 euro vermeniz gerekiyor.





    Şehri biraz daha gezmek isterdik ama öğle sıcağında çok duramadık. Aslında gezilecek başka yerleri de var tabi. Bunlardan La Maison Carree, ara sokakları, katedrali ve çıkışta yol üzerindeki Arles şehrini de gezebilirsiniz. Biz gitmedik siz gidin......
    Yola koyulduk. Amacımız Marsilya 'ya gitmek denize girmek ve akşamda Marsilya'yı gezmek var.
   Öğleden sonra 14:30-15:00 gibi Marsilya'ya geldik. İnanılmaz büyüklükte devasa limanlı bir şehir. İnternetten aldığım bir kaç fotoğrafı size sunabiliyorum çünkü bu şehirde kalamadık maalesef...



     Şehre girdikten sonra kendimize bir otel ayarladık. Güzel sahillerden caddelerden geçtik. Bu arada inelim gezelim denize girelim demiyoruz. Çünkü otele yerleştikten sonra çıkacağız, önce denize gireceğiz sonra kenti gezeceğiz.
    Sahilden devam ederek Marsilya'nın sonlarına geldik sonra ara sokaklara daldık. Çık çık bu arada tek gidişli dar sokaklardan çıkıyoruz. Nereye girsek yol ters, bir araba gelse perişanız diyorsunuz tam o sırada geliyor, çıkmaz sokaklara girdik dar sokaklardan geri geri yokuş yukarı çıktık, ben indim arabadan eşime yol gösterdim gelen arabaları durdurdum, tam yarım saat sıcağın altında Marsilya'nın dar sokakların da ter attık ve sonunda ana caddeye indik ve biz bitmiştik. Marsiya'da bitmişti artık bizim için. Bastık gaza neresi olursa.


  Marsilya'da aldığım tek fotoğraf 😊  Marsilya'ya 1 saat uzaklıkta sahil kasabası La Ciotat' a gittik bir otele yerleştik.  Sahil oteli yazlıkçıların geldiği bir yer. 


   Saat akşam üstü 17:30 civarı idi, hazırlanıp denize gittik ve kendimiz serin sulara attık. Deniz çok güzeldi. Uzun süre kaldık özellikle gün batımında denizde olmak güzeldi. 
Denize girdiğimiz sahil.



   Otele geldik ve akşam kasabayı gezmeye çıktık. Tam bir sahil kasabası Şarköy gibi. Hala akşam karanlığında denize girenler, serin kumlarda oyun oynayan çocuklar, gezen aileler......Çok güzel bir kasabaydı. 





Gece 22:00 kadar gezdik sonra otele döndük ve Marsilya maceramızı konuşup güldük.....

20/Temmuz/ 2015 

   Sabah kalktık. Otel çok rahat değildi. Çok yorgun olduğumuz için uyumuştuk ama oteli çok sevmedik. Üstelik bizden 2 kez para çekmişlerdi. İstanbul'a dönünce düzelttik ama orada moralimiz bozulmuştu ve bizi uğraştırmışlardı. Sözün kısası tavsiye etmiyorum.
   Bugün güzergahta sahilden devam ederek Cannes ve Grasse ilçesi var. Cannes de kalmayı planlıyoruz.
   Bütün gün sahilden giderken Cannes şehrine geldik. Yolda bir kere bile durup denize giremedik, yorulduk herhalde. Aslında böyle durumlarda 1 gün dinlenmek hiç bir şey yapmadan enerjiyi tekrar toparlamak gerekiyor. Çünkü araştırmak, okumak için çok zaman kalmıyor, enerji kalmıyor o zamanda çok şeyi es geçmek durumumda kalıyorsunuz.
  Önce Saint Tropeze geldik. Çok lüks ve güzel bir yer ama o kadar sahilden denize girecek bir yer bulamadık......Oradan çıkıp Cannes'a doğru arabayı sürdük ... Tüm sahil boyu çok güzel ama bizi çok cezbetmiyordu. Çünkü Türkiye gibi bir coğrafyadan geldiğim için bu tür yerlerin çok daha güzeline doygunuz....
     Cannes'a girmeden şehirden 30 dk kuzeyde çok güzel küçük bir şehir var, Grasse. Teyzemin kızı demişti mutlaka oraya git ve bana koku al diye. Bende listeme ekledim tabi Elif'ciğimi kıracak değilim.....
     Peki bu Grase'nin ne gibi bir özelliği var?



   Grasse, Fransa'nın parfüm başkenti olarak geçiyor. Bu küçük kentte katkısız doğal kokular sabunlar ve benzeri şeyleri üretiyorlar. Şehir zaten girdiğinizde lavanta kokusundan geçilmiyor.  
   Şehir 17. yy dan beri Fransa'nın parfüm koku aromasının % 60-70 civarını buradan sağlıyor. Üç tane parfüm fabrikası mevcut. Turistlerin çoğuna hitap eden günlük turlar ve gösteriler sunuluyor. Yaklaşık 51 bin nüfusun 3000 kadarı koku sektöründe çalışıyor.
   

    Yokuşu fazla bir yer. Neyse arabayı park edip şehri gezmeye koyulduk. Eski şehre 5 dakikada geldik ama toplu taşıma ile gelirseniz eski şehre çıkmak için epey bir merdiven çıkmanız gerekiyor. Biz arabayı yukarı park ettiğimiz için nispeten kolay oldu. Zaten eski şehri gezip çıkacağız. Çünkü akşam üstü 17:00 gibi buradaydık, epey geç oldu.
   Eski şehir gerçekten içine alıyor sizi, Notre Dame de Puy katedralinin önünden geçerek parfüm satan dükkanların bulunduğu sokağa gidiyoruz. Aslında parfüm fabrikasının önce gezmek istedik ama kapanmıştı.
   Grasse'de parfümlerin dışında önemli cazibe merkezlerini içinde Notre Dame du Puy'a ithaf edilen 11. yy kurulan katedralde bulunmakta. Okuduğum bilgiler ışığında Rubens'in üç eseri varmış. Meraklılara duyurulur.








   Coco Chanel'in No 5 kokusunun burada yetişen özel çiçeklerden yaseminlerden yapıldığını, Patrick Suskind'in ''Koku '' romanında, kendine bir koku arayan ve arama sonunda Grasse bölgesine gelen Jean Baptiste'nin dramatik öyküsünü, Meryem Uzer ile Murat Yıldırım paylaştığı'' Gecenin Bekçileri'' adlı dizinin Grasse bölgesinde çekildiğini söylemek isterim.
   Bu da kuzenime aldığım Vücut şampuanı. Bende kendime lavanta kokulu bir parfüm aldım ama açıkçası ağır geldi bana.
    Provence bölgesinin dağlık alanında Grasse gezmek yarım gününüzü alır. Ayrıca  lavanta tarlalarının görmek isterseniz Mayıs ayında gelmeniz gerekiyormuş. Mayısta gül sergisi ve Ağustos ayında da yasemin hasat festivali de varmış.
   Geç olmasaydı gezmek istediğim yerlerden biri müze idi. Öyle Müze gezmeyi sevmem ama nedense burayı merak etmiştim.  





     Güzel kokular içinde Grasse'i terk ettik. Akşam trafiği vardı 45 dk içinde Cannes geldik. Yolda booking'den otelimizi ayırmıştık. Otel güzel değildi ama yapacak bir şey yoktu çünkü Cannes kalabalık bir şehirdi. Otel bulmak çok zor oldu.


    Otele yerleştik dinlendik arabayı park edip yürüyerek şehre indik. Çok kalabalık ama inanın hiç bir espri yok sadece kırmızı halı......



   Fransız Riverası olan Cote d' Azur bölgesinin en popüler şehri olan Cannes şehirde yaz aylarında gerçekleşen Cannes film festivali sayesinde çok ünlenmiş bir yerdir.
   Önceleri bir balıkçı kasabası iken 20. yy şehre yapılan kumarhaneler ve lüks oteller sayesinde dünya sosyetesinin gözde yerlerinden olmuştur. Birde dünyaca ünlü artistlerin geldiği bir film festivaline de ev sahipliği yapınca almış başının gitmiş. 







Gece uzun bir sahil yürüyüşünden sonra otelimize gittik..... 

21/Temmuz/ 2015 

  2015 tatilimizin sonuna geliyoruz Bugün Nis'den geçip Monoco ve Monte Carlo'yu gezeceğiz oradan Sanremo' dan ilerleyerek tekrar İtaya'nın Parma şehrinde kalacağız. Ve tekrar başlangıç noktamız Bologna. Toplam 2 günümüz kaldı ama birazda yorulduk. Evimizi mi özledik ne............


   Nis'e vardığımızda uzun bir sahil şeridi bizi bekliyordu. Herkes kıyıda denize giriyor. Bir türlü bir park yeri bulamadık. Denize girmek iyi olurdu ama inemedik şehri gezemedik denize giremedik. Şehir çok güzel kesinlikle yaşanılması bir yer ama bu gün bizim için o gün değil....   Arabadan aldığım fotoğraflar.








Sahildeki ve cadde üzerindeki evler çok güzeldi fotoğraflamadan duramadım.



   Anlayacağınız Nis'de durmadık. Artık başka sefere o yüzden yazacak bir şey yok, Şehirden ayrılırken yukarılara tırmanıyorsunuz buradan şehir muhteşem görünüyor. Bu tepelerde villalar var. Bizde durup şehri tepeden gözlemledik.




 Sahilden ilerleyerek Monoco'ya vardık. Çok istesek te giderken tepede duran Eze köyüne giremedik. Eze köyü bizim gezi listemizde olan gezmek istediğimiz bir yerdi. Ama sahilden gidince bu mümkün olmadı, sadece arabadan bir selam çaktık....

İnternet ten alınan bir fotoğraf
   Ve Monoco'ya girdik, zaten girmeniz ile çıkmanız bir oluyor. O kadar küçük bir ülke ki.....Tabi biz Monte Carlo'da mola vereceğiz.
    Monte Carlo öyle çok lüks evler, villalar ve oteller var deniyor ama bizim ülkemizden daha mütevazi binalar var. Ben öyle bir lüks göremedim. Tabi ki pahalı bir ülke ama abartı yok.






  Caddelerden süzülerek Monte Carlo'ya geldik. Kapalı bir otoparka park ettik. Casino'ya girmek amacımız. Ünlü Monte Carlo casinosu saat 13:30 da açılıyor yanı 1 saat kadar bir vaktimiz vardı. 

  Bu arada bu casinodan bahsedeyim size .... Kumarhane binası Charles Garnier tarafından barok tarzı bir mimariyle yapılmış. Giriş çok şaşalı. Altın ve mermerden olan giriş çok dikkat çekici. 1853 yılında inşasına limana yakın bir köyde başlanan kumarhane 1863 yılında çalışmaya başlamıştır. III. Prens Carlo'nun emriyle yaptırılan bu kumarhanenin adının Monte Carlo olmasına karar verilmiş.


   Casino inşa edildikten sonra François Blanc tarafından 50 yıllığına işletmeciliği alındı. Casino her geçen sene daha çok meşhur bir hale geldi. Hem Blanch ailesine hemde III. Prens Carlo'ya çok şans getirdi. Çünkü Prens Monoco prensliğindeki tüm vergileri kaldırarak, ülkeye dışarıdan gelen bir para akışı sağladı.

  Monoco'yu yöneten I.Alberto, II.Luigi, III. Ranieri ve II. Alberto zamanlarında bu kumarhane daha da gelişti. Dünya çapında bir casino oldu. İnanılmaz.... Monaco 18 kilometrekarelik yüz ölçümüne sahip Vatikan'dan sonra en küçük ülke olmasına karşın dünyaca ünlü bir şehri Monte Carlo, ünlü yarış pisti, müzeleri, bahçeleri parkları ve sarayı var. 

     Bu mekanda çekilen filmlerden bildiklerim...Casino Royal (1953), Golden Eye (1995),  Never Say Never Again (1983), Ocen's Twelve (2004), Counteerfieters (2007) Hearthbreaker(2010), Iron Man 2(2010), Monte Carlo (2011), Grace of Monaco (2014) aklıma gelenler.....
   Aslında bina aynı zamandan bir otel ve tiyatrodur. 1856 yılında spa merkezi olarak yapımına başlanan otel daha sonra kumara izin verilince kumarhane olmuştur.


 Orada bulunan küçük bir pasaj var klimalı orada biraz gezdik ama vakit geçmedi, Bizde sıcak mıcak demedik şehri azıcık gezelim dedik.

                                                                                                                                                                         Casinonun sağından aşağı doğru çok güzel bir park var. Buradan marinayı seyredebiliyorsunuz. Bahçede çok güzel azıcık esiyordu da. Neyse biraz vakit geçirdikten sonra Casinoya girdik eşim benim içinde bilet almış. 10 euroya sadece giriyorsunuz oyun oynamak için içeriden parayla tekrar cip alıyorsunuz. Bana anlamsız geldi. Değmez ama eşim için önemli idi. Biraz gezdikten sonra buradan ayrıldık.








Monte Carlo casinosunun önünde çok pahalı arabaları görüyorsunuz. Hepsi de fiyakalı ...


  Şehri yukarıdan fotoğrafladık. Çevrede çok villa var. Şehre sığmayınca tepeler kurmuşlar evleri .....





Sahilden devam ederek kısa bir süre içinde İtalya sınırına giriş yaptık ve Sanremo şehrine geldik.
Sanremo'yu şarkı yarışmasından hatırlarsınız. İtalya'ya girince biraz salaş bir görünüm oluyor....Neyse sahile indik biraz sahilde yürüyerek gezdik. Dondurma yedik ve yola çıktık. Akşam geç saatlerde İtalya'nın Parma şehrine geldik. Oldukça yorulduk Hotel City Parma'da kaldık. Çok hoş bir oteldi. Otel eski bir ahırdan çevrilmiş mükemmel restore edilmişti. Çok beğendik.






Parma'ya giderseniz mutlaka bu oteli deneyin derim....


22/Temmuz/ 2015 

    Sabah güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra Bologna'ya gitmek için hazırlandık Ama biraz şehri de gezelim dedik. Hiçbir şeyden de geri kalmıyoruz.

İnternetten alınan bir fotoğraf

   Parma şehri İtalya'nın kuzeyinde gurme vadisi olarak da geçen Emlia Romagna Bölgesinde bulunan bir yer. Gurme vadisi denmesinin sebebi peynir şarap makarna vb yiyeceklerin çok lezzetli olmasıymış. Neden olarak ta Po nehrinin suladığı verimli topraklardan kaynaklandığı söyleniyor. Bana çok lezzetli gelmedi açıkçası, daha önceden dediğim gibi peynirleri kokuları çok ağır geldi bana.


  Arabayı park edip uzun bir caddeden yürüyerek cazibe merkezlerine doğru yola çıktık. Gezilecek yerlerin hemen hepsi orada. Bu arada yolun sağlı sollu cafelerle dükkanlarla pastahanelerle donandığını görüyorsunuz. 
   Parma'da gezilecek yerler Pilotta Sarayı, Parma katedrali  gibi önemli yerler var. Biz şimdi oraya gidiyoruz.
   Pilotta sarayına geldiğinizde oldukça büyük bir alana geliyorsunuz. Palazzo della Pilotta Pace meydanı ve Parma tarihi merkezinin arasında çok geniş bir alanda konumlanmış. 

 

    1583 yılında yapılmış olan sarayda 1692 yılında İspanya Kraliçesi Elizabeth Farnese doğmuştur. 




    Bu arada Parma'nın Bussetto kasabasında doğan ünlü besteci Verdi'de bu şehirden. Her yerde bestecinin portrelerini görebilirsiniz.



   Ben şehirden çok bir şey anlamadım açıkçası biraz da sıkıldım çok cazip gelmedi. Belki yorulduk dönüş moduna geçtik ondan olabilir. Bolonya'ya giderken arabayı temizlettik. Hava inanılmaz bir sıcak ve sinek sivrisinek iyi haşladı bizi.
   Bolonya'da havaalanına yakın bir otelde yer ayırttık. Hotel Bologna Airtport


  Otelde yerleştikten sonra eşyalarımız bavula yerleştirdik. Ertesi günü gitmeye hazırdık.
  Havanın serinlemesini bekledik. Çünkü şehri gezeceğiz.
   Akşam 19:30 gibi şehre indik.....Buradan direk eski şehre gittik...Tabi doğaçlama gezdik.

 Bologna'da tıpkı Parma şehri gibi İtalya'nın kuzeyinde Emlia Romagna Bölgesinde bulunan bir yer.




 Bologna'yı akşam gezdiğimiz için fotoğraflar çok kaliteli çıkmadı ama çok da güzel oldu. Hem sıcakta gezmemiş olduk hem de şehri birbirine bağlayan revaklı binalar çok hoş ışıklandırılmış. Bu binaların içinden yürüyerek gezerken gündüz de sıcaktan korunarak şehri gezebilirsiniz. Ama inanın akşam başka oluyor.












 
    Bu kule 97 metre uzunluğunda 498 basamaklı olan Asinelli  kulesi. Gündüz vakti bu kuleyi gezebiliyorsunuz, tepesine de çıkabiliyorsunuz. Burada aslında Garisenda ve Asinelli olmak üzere iki kule var (Torri degli Asinelli e Garisenda). Eskiden bu kuleler Bologna'nın geleneksel simgesi olup stratejik olarak önemli bir yol olan Aemilia yolunun şehre girdiği yerde duruyordu. Bugün ise Porto Ravegnana meydanın tam ortasında duruyorlar. Kulenin biri yamuk dikkat edin. Sanırım İtalyan'lar bu binaları özellikle yamuk yapıyorlar.....
  12. yy sonlarında kentin içinde en az yüze yakın kule varmış ancak yangınlar savaş ve yıldırımlardan dolayı bu kuleler yok olmuşlar.

 
    1109-1119 yılları arasında Asinelli ailesi tarafından yaptırılan bu kulelere sonraki yüzyıllarda Bolonya Belediyesi tarafından alınmıştır. İç mimarisi ve merdivenler dahil olmak üzere kule 1684 yılında tamamlanmıştır. Bu arada yanındaki kulede yani Garisenda Kulesi toprak ve temelin kayması sonucu tıpkı Pisa kulesinde olduğu gibi yana kaymıştır.













  Kulelerin oradan ayrılarak Santo Stafeno üzerinden devam ederek küçük bir meydana çıkıyoruz. Burada Santo Stefani Kilisesi var. Burası aslında yedi tane kilisenin yer aldığı bir manastır kompleksi.




    Kiliseler 5.yy da kentin psikoposu Saint Petronius tarafından bazilikayı tanrıça İsis' ait tapınak üzerine inşa ettirmiş. Buraya Kudüs'teki Kutsal bölgedeki kiliseyi hatırlatan bir yapıya benzetmek istemiş. Komplekste 8.yy ve 17. yy yeniden şekillenen Saint Stephen Kilisesi ,5. yy da yapılan Kutsal Mezar Kilisesi, 4.yy ve 12. yy da yeniden inşa edilen Azizler Kilisesi Vitale ve Agricola, 13. yy yapılan Pilatus Avlusu, 13.yy da yapılan Üçleme Kilisesi Meryem Ana'nın başının etrafında yas sıkıntısını işareti olarak kullanılan şerit bantla ithafen Bandaj Şapeli bulunmaktadır (Vikipedia)


        Gerçekten çok anlamasam da ruhani bir hava var meydanda sağ tarafta cafeler var, insanlar oturmuş sohbet ediyorlar.

                       














    2015'de bu kadarcık gezdik Bolonya'yı. Ama 2017 yazında tekrar Bolonya'ya gittik o zaman daha çok gezme şansım oldu. Gerçi oda akşam oldu ama Neptün çeşmesi hariç hemen hemen görülmesi gereken yerleri gördüm. Bu gezimi daha sonra paylaşacağım sizinle.....
   Otele döndük...Son gecemiz, eve döneceğiz diye heyecanlıyız. Çok yorulduk bu tatilde ama değdi inanın...

23/Temmuz/ 2015 

Sabah kalktık hazırlandık. Hava alanına gittik. Bazı içkileri valize koyduk. Maalesef yanıma aldığım Toskana şaraplarını geçişte elimden aldılar........ 
  2016 da görüşmek üzere................💕