Translate

27 Mayıs 2018 Pazar

2.gün Klingernmünster, Annweiler-Burg Trifels, Manderen, Trier



5.07.2016 

    Kapalı ama sakin bir güne uyandık. Çok heyacanlıyız bugün Belçika'ya giderken yolda araştırdığım ilginç kasaba ve kaleleri gezeceğiz. Kahvaltımızı yaptık güzel bir kahve molasından sonra yola koyulduk........
   İstikamet Trifels Kalesi..... Giderken başka bir kalenin eteklerinde bulunan ördeklerle dolu doğal bir havuzu olan parka girdik. Çok güzel bir parktı 15 dakika burada gezdik ördeklerle fotoğraf çektirdik.












Nereye baksanız fotoğraf almak istiyorsunuz.








   Mutlu bir şekilde buradan ayrıldık. Temmuz ayında olmamıza rağmen hava serin ve zaman zaman yağmurlu idi.
   Güney batı Almanya da Palatinate ormanında bulunan Annweiler kasabası yakınlarındaki Reichsburg üçgeni  denen üç sıra alçak dağ üzerine kurulan üç kale bulunmakta. Bunların hepsini gezebilirsiniz.  
   Bizim gittiğimiz kale Reichsburg Trifels kalesi.








  Çıkacağımız kalenin bulunduğu alana geliyoruz, buradan diğer kalelere de yürüyebiliyorsunuz yürüyüşünüzün kaç km olduğunu gösteren tabelalar var. Bence harika  üstelik bilgide veriyorlar. Bizim gideceğimiz kale tam arka tepede bulunuyor.

                
 Kalenin giriş kapısına geldik ve 3 euro ödeyerek içeri girdik. 


    Palatinate Ormanın da bulunan bu 3'lü kaleler Reichsburg üçgeni olarak anılıyor. Bu kaleler 13 yy'larda Salic-Staufer'in en önemli yerlerinden biriymiş. Kutsal Roma İmparatorluğu üzerine kurulan ve kırmızı kumtaşından inşa edilen ve kayalık bir sırtın üzerine yapılmış olan Reichsburg Trifels kalesi bu kalelerden biri. Diğer kaleler ise Anebos Kalesi ve Scharfenberg kalesidir. 

   Almanya'nıın Pfalz ormanında bulunan Trifel kalesi (Reichsburg Trifels) 500 metre yükseklikte inşa edilmiş bir ortaçağ kalesidir. Burayı gezmek için azıcık bir yokuş çıkmak birazda merdiven kullanmak gerektiğini hatırlatırım. Queich vadisini yukarısında üçe bölünmüş dağın zirvesinde bulunur. Kale Sonneenberg'in zirvesindedir. 


     Şatonun bugünki görünümü 100 yıl boyunca çeşitli bozulmalardan yıkılmalardan sonra yeniden yapılandırmış haliyle tam karşınızda duruyor.

    Trifels kalesi Hoenstaufen imparatorluğunun döneminde ortaçağın en önemli kalelerinden biri olmasına rağmen kalenin tarihi aslında Keltler'e kadar uzanıyor.


Kaleye tırmanırken eski su kanallarınıda görmek mümkün.

   Kaleye tırmandıkça enfes manzara yavaş yavaş siluetini buluyor ve manzara gerçekten inanılmaz bir hal alıyor.


     Kale orta çağda imparatorluğun en politik ve ekonomik açıdan da en güçlü bölgelerinden biri imiş. Buradaki imparatorluk eşyaları ve bazı eşyaların kopyaları özel bir hazinede barındırlıyormuş.


     Burg Trifels aynı zamanda devlet hapisanesi olarak da kullanılmıştır. Bu zaman zarfında ünlüler için bir cezaevi olmuştur. 1193 -1194 yılları arasında Burg Triels 1192 aralığında Viyana'ya yakın Avusturya'nın Dük Leopal V tarafından ele geçirdikten sonra İngiltere Kralı Richard the Lionheart'ın (Richard Aslan Heart) tutuklandığı yer olarak da ünlüdür. 31 marttan 19 nisan 1193 yılına kadar Trifels'de 3 haftalık bir  esaret dönemi yaşamıştır. Tutsaklığının hikayesi, mayıs ve ekim aylarında yapılan oyunların teması olarak da kullanılıyormuş. 


Kale 497 metre yükseklikte adeta bir yüzük takmış görünümünde....

       
         Kalenin altın çağları 12. yy da başlar....Bu dönemde 1138-1254 yılları arasında Orta Avrupa'da hüküm sürmüş kraliyet ailesi Hohenstaufen hanedanlığı en önemlilerindendir. Hanedanın üyeleri Svabya Dükü olarak hüküm sürmüş bazıları da Kutsal Roma İmparatoru olarak seçilmişlerdir.


  Staufer sülalesinden sonra Ortaçağın sonlarında imparatorluğun güç kaybıyla Trifels'in düşüşü başlar. Hükümdarsızlık döneminde bu düşüş iyice hızlanır. Hanedanlığın yıkılmasından sonra kale bir kaç kez rehin alınır.


   14 yy da kale Zweibrücken hanedanlığına geçmiş ve yeniden genişleyip güçlendirilmiştir. 30 yıl savaşlarında sonra kale iyice çürümeye başlamış, terk edilmiş, ıssız ve sahipsiz olarak harabe bir taş ocağı olarak hizmet görmüştür. Bunun sonuncunda Romanesk dönemine ait konut binası neredeyse tamamen yok olmuş ve dış koridorun büyük bir kısmı da ortadan kaybolmuştur.
   1840 yıllarından itibaren Bavyeralı Ludwing I tarafından kale tekrar inşa edilmiştir. 1882'de Trifels Derneği'nin yeniden yapılandırılması ve özellikle 1898'de yapısal önlemler almıştır..
    Münih mimarı Rudolf Esterer, Trifels Derneği tarafından başlatılan ve Nazi döneminin kültürel-politik ideolojisi tarafından doğmuş güney İtalyan Hohenstaufen kalelerinin modelini izlenerek yeniden inşa projesi tasarlanmıştır.
Şimdi kalenin içini gezmeye başlayalım.

     Burada şövalyelerin kopyaları sergileniyor. Kalenin içine girdiğiniz de çok büyük bir salon mu desem avlu mu desem kocaman bir yere açılıyor.



Kaç mumluk acaba....



    Yüksek iç mekan ve çevresindeki galeri merdivenler tarihi modeli tamamen belirtmiyormuş. Ama yan merdivenler ortaçağdan kalma özelliğini devam ettiriyor.


Kemerli pencereleri Romanesk tarzında



                  Şimdi yavaş yavaş yukarı çıkıyoruz. Çok enterasan bir yer.....





Kralın odasına giriyoruz. Burada kralın tacı kılıcı özel eşyaları var.




Hazine odasının da bir zamanlar kutsal kaseyi tutuğuda söylentiler arasında 


       1125-1298 yılları arasında imparatorluğa ait mücevherler saklanmak için geçici olarak Trifels kalesine getirilmiş. İmparator V. Henry'nin 1125 yılında ölümünden sonra imparatorluk amblemi de kaleye getirilmiş. Bunların içinde taç, iki tane imparator kılıcı, pantolon ayakkabı, eldiven, yüzük, kemer ....de bulunmaktaymış. 

       
        Ayrıca Kutsal Haç parçasından, Çarmıhta İsanın çarmıha gerildiği bir tırnak, Vaftiz yahnisini dişleri gibi kalıntıları da bulunmaktaymış.  Buralarda şimdi bunların kopyaları sergilenmekte.


Gelmişken kralın tahtına da oturalım bari.....asasını sonrada tacını takalım .....







Artık yerine koyalım.....gel sen de dene İlyas'cım çok iyi hissediyorsun......









    1525 yılında köylülerin isyanıyla kalenin yok edilmesiyle birlikte 16. yy da kalenin görünümü çok üzücüymüş. 28 mart 1602 de kaleye bir de şimşek çarpmış. Kaynaklara göre kalede 3 tane karyola bir tanesi kırık iki tablo, iki kötü bank bulunduğu yönünde. 


     30 yıl savaşlarında Annweiler kenti sakinleri kaleye sığınmışlar. 1635 yıllarında ise kalede korkunç bir veba salgını yaşanmıştır. Bu tarihten sonra da kale ıssız kalmıştır. Yeniden inşa edilmemiş ve çevre sakinleri tarafından taş ocağı olarak kullanılmıştır..








     Ve terasa çıktık. Burası harika ...Oldukça esintiliydi ama manzara mükemmel. 










    Burgdrefaltigkeit ve Annweiler kentinin üzerinden muteşem manzara................doya doya seyrediyorsunuz.














Ortaçağdan kalma yan merdivenler.


   
    Ve aynı yerden inerek avluyu geçtik ve kaleden çıktık. Çok değişik orjinal ve doyurucu bir geziydi. Aslında çok kale gezdim buraya gelirken çok fazla beklentim yoktu açıkçası. Güzergahımızın üzerinde bu bölgede oldukça fazla kale vardı ve ben burayı tercih etmiştim, şimdi iyi bir seçim yaptığımı düşünüyorum. Bu kalenin bulunduğu konum muazzam ve gezmeye değer bir yer...
   Yeşil tarlaları geçerek inekleri seyrederek, güzergahımız üzerinde olan Lüksemburg ve Almanya'nın yakınlarında Manderen belediyesine bağlı Malbrouck kalesine (Meinsberg Kalesi) gidiyoruz. Bu kale yolumuzun üzerinde olduğu için uğrayacağız. Ayrıntılı bir gezi yapmayacağız. 






Ama oraya varmadan şu yeşil tarlalarda azıcık bizde inip eğlenelim dedik








Manderen beldesine vardık buradan Meinsberg Kalesine gittik.


       Arabayı kalenin otoparkına park ettik. Kalenin içini gezmek isterseniz bilet alıyorsunuz ama çevresini ve bahçesini gezmek ücretsiz. Biz içine girmeyi tercih etmedik, zaten bugün güzel bir kale gezmiştik.



        Kale 1419 yılında kayalık bir bölgede Sierck'in Lordu VI Arnold'un (Arnold VI von Sierck) isteği ile inşa edilmiş ve 1434 yılında tamamlanmıştır. Kale Von Sierck ailesinin yaşadığı bir yer olarak inşa edilmiştir. Aynı zamanda kalenin amacı Trier halkını kuşatmalardan korumak için de yapılmıştır. Yukarıdan Manderen köyü gözükmektedir.


     Bir şövalye olan VI Arnold' un ölümünden sonra kale gittikçe hırpalanmış ve çok el değiştirmiş.


    Kalenin korkuluklarla bağlanmış dört kulesi ve üç katlı ana binası ve büyük bir merkezi avlusu var.



    1930 yılından beri tarihi bir anıt olmasına rağmen 1975 yılında Moselle Genel Konseyi tarafından Weiter ailesinden satın alındığında kale yıkık ve harabe bir durumdaymış. Bundan  sonra kale tekrar restore edilmiş ve 1991 yılından 1998 yılına kadar iyileştirme çalışmaları yapılmıştır.
     

  500 yıllık bir geçmişe sahip Malbrouck kalesi muazzam bir manzara sunuyor size. Arka tarafındaki bahçede görülmeye değer. Gezerek ruhunuzu dinlendirebilirsiniz.


      Önemli bir turizm beldesi olan kalede her ayın pazar günleri salonlardan birini sinemaya dönüştürüp film gösteriliyormuş. Aynı zamanda birçok sergi ve festivale de ev sahipliği yapıyormuş. Her yıl Ağustos ayı ortalarında kalede efsane tiyatro festivali gerçekleşiyormuş.
       Şimdi çevreyi gezelim....













     Burada çok vakit kaybetmedik, otoparka inip arabamıza koyulduk ve  güzergahımız üzerinde bulunan Trier şehrine gidiyoruz. Karl Marx'ın yaşadığı yere gidiyoruz.

   Trier şehrine gelir gelmez direk Karl Marx'ın evini bulunduğu sokağa gidip arabayı park ettik. Önce burayı gezmeyi diliyoruz ama ev ziyaretçilere kapalı çünkü gelmemiz akşam 5 i buldu. Neyse dışarıdan bol bol fotoğrafladık.


        
   Ev Brückenstrasse 10 numarada yer alıyor. Zaten sokağa girer girmez sağda. Biz arabayı biraz ileriye park ettik. Gerisin geriye 50 metre yürüdük ve şimdi evin önündeyiz. 



  Karl Marx'ın doğduğu ve büyüdüğü evin önündeyiz şimdi. Bina 1727 yılında inşa edilmiş olup şimdilerde bir müze olarak kullanılıyor. içeride Marksın kişisel ve düşün dünyası, fikir mektupları makaleleri kişisel eşyalar sergileniyormuş. Ama bize nasip değilmiş görmek.....Müzeye giriş 3 euro ilgilenenlere....




    Karl Marx siyasi felsefenin babası olarak bilinir. Sakallı erkek modası Marks'la başladı denilebilir. Kominist bildiriler ve sermaye yapıtları ile günümüze kadar gelen işçi sınıfının mücadelesinin kuramcısı ve insanlığın kurtuluşunu gösteren Marx'ın evi kendisi kadar sıradışı bir görünümde. Tabi daha iyi hissetmek için içini de gezmek gerektiğini düşünüyorum.




     Karl Marx 5 mayıs 1818 yılında Trier'de bu evde doğmuş burada büyümüş ve gençlik yılları bu evde geçmiştir. Kayıtlara göre bu evde 17 yılını geçirmiş.


 
   Müze her yıl dünyanın dört bir yanından değişik uluslardan binlerce kişinin ziyaretine uğruyor.








      Sırada Trier şehri gezimiz var. 
  Trier pek çok kaynağa göre Almanya'nın en eski şehri olarak biliniyor. Şehir M.Ö 16 yy da Moselle nehrini kıyısında Roma İmparatoru Augustus tarafından kurulmuş ve dönemin en güzel şehirlerinden biriymiş.
      Şehir Lüksemburga 40 km uzaklıkta ve nüfusu 104 bin civarında....


    2. dünya savaşında bombalardan etkilenmeyen şehirde bir çok tarihi eser yıpranmamış. Şehir deki bazı yapılar 1986 yılında Unesco Dünya Mirasları listesinde yer almıştır.
Önce ünlü Hauptmarkt meydanına doğru ilerliyoruz. 

     
       Yolumuzun üzerinde Alman heykeltraş Willi Hahn tarafından 1977 yılında yapılan Heuschreckbrunnen (Grasshopper Fountain)  adlı ilginç bir çeşme çıkıyor. Taç bir sütun ve üzerinde dev bir çekirge bulunan heykel bu yüzden çekirge çeşmesi adını almış. 

   
   Sütunun etrafında Karnaval Trier topluluğunun (Triere Huschreck) ilk üyelereinin heykelleri bulunmakta. 1848 den beri var olan bu topluluğun simgesi olan çekirgede sütunun en üzerine oturmuş.

      
       Buradan Kornparkt Plaza ya geçiyoruz. Bu bölgede Aziz George çeşmesi bulunuyor. ''Sankt Georgsbrunnen''


    ''Sankt Georgsbrunnen'' Almanya'nın en güzel rokoko tarzında yapılmış en güzel çeşmelerinden biri olarak kabul ediliyormuş. Trierin eski şehir dedikleri Kornmarktta yer almakta.


    Çeşme 1750 ve 1751 yılları arasında inşa edilmiştir. 2. dünya savaşı zamanında zarar gördüğü için meydanın doğusuna taşınmıştır. Savaş sonrasında bazı bölümleri oldukça fazla hasar gördüğü için yeniden restore edilmiştir. En son olarak 2003 yılında pazarın yenilme sürecinde çeşmede tekrar restore edilerek orjinal konumuna getirilmiş ve bugünkü yerine yerleştirilmiştir, şimdi bulunduğu yere taşınmıştır.


Çeşmenin boyu yaklaşık 11 metre uzunluğunda.




        Buradan kilisenin arkasından kıvrılarak Hauptmarkt (Pazar meydanı) geçiyoruz. Akşam üstü olduğundan yapıların yüksekliğinden ve havanın zaman zaman bulutlu zaman zaman açık olmasında dolayı sürekli bir hava değişimi oluyor. Birden gözümüze güneş geliyor birden gölgede kalıyoruz garip bir durum var anlayacağınız.


           Ve meydandayız.
          Pazar meydanı şehrin kalbi. Heryerde cafeler barlar, restorantlar, hediyelik eşya satan dükkanlar küçük küçük pazar çadırları.... 


   Meydan çok büyük çevresini kaplayan binalar görülmeye değer. Hepsi farklı tarz ve tarihi simgeliyor.



   Meydanın tam ortasında bir çeşme daha var. Petrus çeşmesi (Petrusbrunnen). Çeşme ilginç betimlemelerle süslenmiş heykellerden oluşan bir sütun şeklinde.

 
      Meydanın güney alanında yer alan çeşme 1594-1595 yılları arasında Petrusbrunnen tarafından heykeltraş Hans Ruprecht Hoffmann'a yaptırılmıştır. Üstünde çeşmeye adını veren Peter'in figürü bulunmaktadır.


   Havuz altıgen bir havza etrafında 4 kardinalin heykelleri ile süslenmiştir.
Bu heykeller adaleti, kılıcı, ölçüleri, şarabı gücü, suyu, bilgeliği aynayı yılanı gibi betimlemelerde tasvir etmektedir. Aralarında araştırdığım bilgiler ışığında erdem figürleri, melekler, hayvanlar, armalar ve çeşitli dekoratif öğeler de bulunmaktadır.


   Çeşme ilk başlarda su kaynağı olarak hizmet vermiş ama su kaynağının kurumasından sonra süs çeşmesi olarak meydanın ortasında durmaktadır.



   Trier'in bu ana pazarı şehrin en büyük meydanlarından biri olup tarihi şehir merkezinde yer almaktadır. Zaten Trie'de görmek istediğiniz hemen hemen tüm yerler bu meydanın çevresinde. Şehrin işleyen caddeleri bu meydanda kesişiyor.



   Pazar 958 yılında Başpiskopos I.Henry tarafında egemenliğin bir sembolu olarak orta çağ kentine satış ve ticaret yeri olarak kurulmuştur.



    Rönesans, Barok, Klasisizm tarzında yapılmış evlerin orjinal halinin üçte ikisi korunmaktadır. 2. dünya savaşından sonra da harap olan evler tekrar inşa edilmiştir.





Gökyüzünün değişikliğini görebiliyor musunuz?




    Avrupa tarihindeki en büyük cadı davaları 1581 ve 1593 yılları arsında Trier cadı davaları Trier' de yapılmıştır. Trier cadı davaları Fulda, Wüzburg ve Bamberg cadı davaları ile birlikte dört büyük cadı davalarından biridir. 1581 yılında Trier psikoposu tarafından başlatılan bu zulümler işkenceler ve vahşetler 1537 yılında şehre kadar uzanmış , 368 kişinin ölümüne sebep olmuştur. Bu sadece şehirde asılanların sayısıymış..... Kadın olmak her yerde zor....












      Meydanda ayrıca St.Gangolf Kilisesi, belediye binası da bulunmakta.




    Trier'in baş psikoposu zamanında Fransız sınırından Ren nehrine kadar geniş bir kontorlü elinde bulunduruyormuş. Din ve devlet işlerinin tek gücü imiş. Bu gücün simgesi olarak da bu sütün dikilmiş ve başında bir haç ilave edilmiş. Bu da halkın tepkisini ile karşılanmış. Demek ki her yerde tek güç insanları isyana teşvik ediyor. Bir kez daha kanıtlanmış oluyor. Neyse halkın ve özellikle zengin kesimin dikkatini çeken bu haça tepki olarak dönemin zenginlerin den biri haçın gördüğü yüze karşılık şimdi bulunan beyaz binanın her iki tarafına şövalye heykeli dikmiş.




     Bu sütunda Psikoposun güç simgesi olan haç ve karşısında bulunan beyaz evde ise  halkın tepkisini betimleyen iki şövalye heykeli bulunmakta.


    Meydanın sokaklarından biri yahudi mahallesiymiş ama biz oraya girmedik, Diğer sokakların birinden çıkarak Trier Dom, Trier katedraline doğru ilerledik.



   Trier'deki Aziz Petrus Katedrali Roma Katolik kilisesidir. Ülkenin en eski katedralidir. Romaneks mimari tarzında 329-346 yılları arasında Roma imparatoru büyük Konstantin döneminde inşa edilmiştir. 


  Ara sokaktan çıkıp katedralin bulunduğu meydana gelince inanılmaz bir kiliseyle karşılaşıyorsunuz. Gerçekten çok etkileyici bir hali var.


    Katedralin hemen yanında da Meryam Ana Kilisesi (liebfrauenkirche) (Church of our lady) bulunmakta. Burası açık hava müzesi gibi bir yer .


   Aslında katedral önceleri saray olarak inşa edilmiş sonraları katedrale dönüştürülmüştür. Katedrali çevreleyen surlar halen sapasağlam duruyor.





   Katedral Antik dönemin en büyük kilisesidir ve Unesco Dünya Mirasları listesinde yer almaktadır.

Meydanda güneş açtı ....bir kapalı bir güneşli gidiyoruz bakalım.






   Bu arada meydan çok boş fotoğrafta görüldüğü gibi. Geç bir saat olduğundan sanırım...Yani biz bizeyiz anlayacağınız. Bol bol fotoğraf o zaman.....

 Şimdi de Meryem Ana kilisesinin önündeyiz. 



    Kilisenin tam karşısında ise ve katedral için bilgi alınacak yer bulunuyor. Ama bizim gittiğimiz zaman da kapalı idi tabi ki...





 Bu binadan bilgi alınabilyormuş.....
          Şimdi bu meydandan çıkarak ünlü Porta Nigra-Kara Kapı(Black Gate) nın bulunduğu yere gidiyoruz.




    Porta Nigra Bugün Alpler'in kuzeyindeki en büyük Roma şehri kapısıdır. Unesco Dünya Mirası listesinde yer alan Roma Anıtları, Aziz Peter Katedrali ve Meryam Ana Kilsesinin bir parçası olarak belirlenmiştir.


  
  Porta Nigra M.S. 170 yıllarında gri kum taşından inşa edilmiş tir. Kasabaya giriş olarak hizmet vermiştir. Roma döneminin sonuna kadar bir kaç yüzyıl kullanılmıştır.





   Çok garip görünüyor değilmi. Ben önce 2. dünya savaşındaki bombalardan sonra buranın bu hale geldiğini yandığını falan düşünmüştüm ama aslı öyle değil tabi rengi kendinden böyleymiş. Porta Nigra Latince Siyah Kapı anlamına geliyormuş. 






    1028 yılından sonra Simeon adlı yunanlı keşiş burada kalıntıların arasında yaşamış, ölümünden (1035) ve kutsallaştırıldıktan sonra onurlandırmak amacıyla Porta Nigra'nın yanına Simeonstift manastırı inşa edilmiştir.


  Çok yıprandığı ve yıkılmak üzere olduğu Napolyon döneminde Porta Nigra kilseye dönüştürülmüş doğu tarafınada Simon kapısı eklenmiştir. Bu kapıda ortaçağda şehrin kapısı olarak hizmet vermiştir.











       Oldukça önemli bir üniversitesi de olan Trier'in daha birçok gezilecek yeri var. Geldiğiniz de çok büyük bir tarihle karşılaşıyorsunuz. Zaten şehirde açık hava müzesi gibi ...Yine de bizim gezmediğimiz tarih ve doğa adına güzel yerleri var...Oldukça çok savaş görmüş bu şehirde tarih adına çok şey bulacağınıza eminim. Şehir ayrıca çok rahat gezilebiliyor. Ama bize bu kadar yeter deyip arabamızı park ettiğimiz Karl Marx sokağına geri döndük.. Söylemesi bile havalı....
    Oberbilling'e  gidiyoruz burada bookingden bir otel ayarladık. Otel Moss nehrinin hemen kıyısında. Nehri akşam karanlıkta gördük. Acaba sabah nehir nasıl....