Translate

18 Temmuz 2018 Çarşamba

4.gün Brüksel-Ghent-Bruges-

7.07.2016 

    Sabah kalktığımızda evin sahibi Joel bize sade bir kahvaltı hazırladı. Kendisi de bize eşlik ederek güzel bir sohbet gerçekleştirdik. Bize şehre giderken kullanacağımız otobüsün kalktığı yeri ve numarasını falan verdi....Arabayı burada bırakmaya karar verdik. Şehirde bir de arabanın parkıyla uğraşmayalım dedik. Bu bize gidip gelme açısında biraz zaman kaybettirse de daha özgür ve rahat ettik.
   Brüksel Avrupa'nın en önemli şehirlerinden biridir. Avrupa Parlamentosu ve Nato'nun merkez karargahı da bu şehirde bulunuyor. Şehir kurutulmuş bataklık bölgesine kurulduğu için adı bataklığın içindeki yerleşim anlamına geliyor.

     Otobüs bizi direk gezeceğimiz yerlerin en başında olan Avrupa'nın en hareketli ve güzel meydanlarından sayılan Grand Place'a götürdü.
  Grand Place Brüksel'in en önemli cazibe merkezi. Meydan Belediye binası, Kralın evi , Brüksel Belediye müzesi ve 1690 yıllarında yapılmış görkemli evlerle çevrili.

   Meydan gerçekten çok büyük.......Nereye bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Meydanın bazı kısımlarını çevirmişler ...akşamları gösteriler oluyormuş. Temmuz ayında olduğumuzdan dolayı festivaller ve gösteriler başlamış.....Sabah vakti olmasından dolayı meydan daha ferah gezilebiliyor. Yine de turist gurupları kalabalıklık yaratıyor.






Meydanı tanıtmanın neresinden başlayayım. Nereyi fotograflayacağımı şaşırdım. 




 Meydanın en önemli özelliği binalarda Barok ve gotik tarzlarının her ikisininde kullanılmış olmasıdır. Meydan 1998 yılında Unesco Dünya Mirasları listesine girmiştir.




   Meydanda Mison du Roi (Kral) Evi. Re Lenard (Lonca Evi), Hoel Ville ( Belediye Binası) ve Brüksel Müzesi yer almakta .

  10 yy da Senn nehrinin su yolu olarak kullanılan meydanın (Saint Gray adasının) Lower Lorraine dükü bir kale yaptırmış. Aslında burası önceleri bir ada imiş. 11. yy sonlarına doğruda kum havuzları ile çevrili adanın kuru bataklık kısmının üzerine açık hava pazarı kurulmuştur. 13.yy da meydanın çevresine kıyafet, ekmek ve et satmak üzere 3 adet kapalı pazar kurulmuş. Bu pazarlar Brabant Düküne aitmiş. Havalar kötü olduğu zaman bile dükkanların açık olmasına ve sergilenmesine izin veriyormuş. 14 yy ise esnaf ve tüccarların soylular oranla önemi gittikçe artmaya başlamış.   

  Arkamdaki bina 96 metre yüksekliğindeki kulesiyle Brüksel Belediye Binası.1402 ve 1455 yılları arasında gotik tarzda inşa edilmiş meydanın tek ortaçağ binasıdır.

   Binanın batı kanadı 1402 yılında Jacob van Thienen tarafından tasarlanmış, sağ kanadı ise 1452 yılında Guillaume tarafından binaya eklenmiştir.


  Ortadaki kule mimar Jean Van Ruysbroeck'in eseri olup tepesinde Aziz Mikail'in bir heykeli bulunmaktadır. Mikail tüm dinlerde doğa olaylarının düzenlemesi için gönderilen 4 melekten birisidir. Rivayete göre Mikail kulenin altındaki iblisi yok etmiş. 


   Belediye binası (Hotel de Ville) iki taraftan oluşmaktadır. Ortasında çan kulesi vardır. Binanın sağ ve sol tarafları ayrı kişiler tarafından yaptırılmış ve asimetriktir. Bunun sebebi kulenin binanın tam ortasında yer almamasından kaynaklanmaktadır. Brüksel halkı tarafından bilinen eski bir rivayete göre ise binayı tasarlayan mimarın hatasının fark edip kulenin tepesinden atladığı ve intihar ettiği yönünde. Ama bu doğru bir bilgi olamaz çünkü binanın sağ ve sol tarafları birlikte inşa edilmemiştir.






   Binanın dış yüzünde azizleri tanımlayan heykeller ve süslemeler bulunmaktadır. Heykellere bak bak bitmiyor. Ayrıntılar çok ilginç hepsini tek tek inceleseniz 2 günde sırf bu binaya bakarsınız herhalde....










   Bu meydan bir çok kötü olaya da tanıklık etmiş. 1523 yılında protestan mezhebinden olan Hendrik Voes ve Jan Van Essen burada yakılmıştır.


Hendric Voes ve Johannes Van Essen reformcu Martin Luther'in yeni öğretileri yüzünden Hollanda'da ölen ilk iki şehittir.
   Vooes ve Essen önceleri Agustinian rahipleri iken Anvers manastırında Luter'in yazılarının fark ederler ve buna kalpten inanırlar ve bu doğrultudaki reformları onları ölüme götürür.




İnternetten alınan bir foto.
  
  Günümüzde komün meclisi olarak kullanılan bina 1695 yılında Fransız bombardımanına  maruz kalmış yapı zarar görmüş, daha sonraları restore edilerek günümüz görüntüsüne ulaşmıştır.
  
   
    Belediye binasının önünde akşamları yapılan gösteriler için küçük tribün kurulmuş tam karşısında ise bordo renkli sahne kurulmuş. Akşam şehirde kalsaydık kesin gelirdik diye düşündük.






     Belediye binasından içeri girdik, giriş kapısı inanılmazdı. Binanın içinde de 16. ve 17. yy dan kalma değerli eserler de bulunuyormuş.







Bahçede akşam ki gösterilerde kullanılacak figürler kostümler heykeller bulunuyordu...




Tekrar meydana çıktık...Şimdi ünlü Re Lenard (Lonca Evi) önündeyiz .



   Meydandaki binaların süslemeleri üzerine yapılmış olan heykeller sarı parlak altın rengindeki süslemeler insanı başından alıyor..
   Bu süsler özellikle heykeller bir zamanlar denizcilerin, marangozların, dericilerin, biracıların, tuhafiyecilerin kasapların locaları imiş. Loca dediğimiz ortaçağa özgü bir kurumu daha çok aynı meslek gruplarının (tüccar, esnaf, zanaatkar gibi) bir araya gelerek kendi çıkarlarının korumaya yönelik kurdukları birlikler.
    Binanın üstündeki loncalarda sahip oldukları meslekleri simgeleniyorlarmış

























   Şimdi bu locaların karşısında bulunan kralın evine bakacağız. 12 yy da yapılmış Kral Evi (Maison du Roi) ekmek satılan ahşap ev anlamına geliyor. Hollanda'da adı ekmekhane (Broodhuis) olarakta geçiyor. Binada aynı zamanda Brüksel müzesi de var.





  Orjinal bina 18. yy da Brabant dükünün idari hizmetlerini barındıran taş bir bina ile değiştirilmiş. Belediye binasının tam karşısına dükün gücünü göstermek amaçlı büyük bir bina inşa edilmiş. Ama kral hiç bir zaman burada oturmamış. 









  1695 yılındaki Fransız bombalamasıyla tahrip olan bina 1873 yılında Victor Jamaer tarafından yeniden gotik tarzda inşa edilmiştir. 1887 yılından beride Brüksel Kent Müzesini içinde barındırıyor. Bina 1985 yılında tekrar yenilenmiştir. 



  Dükün gücüne karşılık zamanla esnaf locaları ekonomik ve siyasi yönden daha güçlü bir konuma geldikleri zaman yönetimde söz sahibi olmaya başlamışlardır. Böylece dük gibi Grand Place etrafına gücü göstermek amaçlı evler inşa edilmeye başlanmıştır. Tabi ki bu binalar şu anda gördüklerimiz değil. 1695 yılındaki Fransız bombalamasıyla hemen hemen hepsi zarar görmüş ve tahrip olmuştur. Savaştan 5 yıl sonra yenileme çalışmaları başlamıştır. 







  Meydan aynı zamanda yılda iki kez düzenlenen halı festivali ile muhteşem bir görsel şölen sunuyor. Her festival bir olaya karşılık yapılıyor. Biz denk gelmedik ama görmek isterdim.

internetten alınan bir foto, meydan ve halı festivali

 Şimdi meydandan ara sokağa geçerek Manneken Pis'e (İşeyen çocuk) heykelini görmeye gidiyoruz. 






  Bu arada ilerlerken her yerde çikolata dükkanları, waffle yapan büfeler, ilginç süslenmiş pastahaneler görmek mümkün. Sokaklar çok hareketli. Birer tane çikolatalı waffle alıp gezerek heykele doğru yöneldik.

  Ünlü çikolata mağazalarının önünde durmak içlerini gezmek çok büyük bir haz veriyor insana...Kalori dükkanları. 





  Hemen hemen bütün dükkanlarda işeyen çocuk heykelinden yapılmış çikolatalarla karşılaşabilirsiniz. 







    Letuve (Rue du I'Etuv) sokağında ilerliyoruz. Heykel bu sokağın Chene (Rue du Chen) sokağı ile kesişiminde yer almaktadır. 





  Ve işeyen çocuk heykeli ...Manneken Pis...... Çok komik başında birikmiş uzak doğulu turistler çekilince bahsettikleri heykel ortaya çıktı. Tam bir hayal kırıklığı ....Bronzdan yapılmış 61 cm uzunluğundaki ünlü heykel. Millet elindeki 61 cm lik heykeli nasıl pazarlıyor. inanamıyorum.




   1619 yılında Brükselli bir heykeltraş olan Hieronymus Duquesnoy tarafından yapılmış olup Belçikalılar tarafından doğallığın ve özgürlüğün simgesi olarak görülür.
   Brüksel halkı tarafından önemi oldukça fazla olan bu heykelin her yerde simgeleri haline getirmişler. Söylenenlere göre bu çocuğun 700 yakın kıyafeti varmış. Özel günlerde heykeli giydirmek bir gelenek haline gelmiş. Bu kıyafetler Kralın evinde bulunan müzede (Maison du Roi) saklanıyor. Heykelin ilk kıyafetleri Avustruya ve Hollanda yetkilileri tarafından verilmiş. Hatta Fransa kralı XV. Lois tarafından hediye edilen lüks kıyafetlerde mevcut bu kolleksiyonda. Mickey Mouse ve Noel baba kostümleri gibi modern kostümlerde varmış. 



   Manneken Pis hakkında bir çok rivayet var. Bunlardan biri savaşta fitili patlamak üzere olan bir bombayı işeyerek söndürmesi, bir diğeri ise  hatta en yaygını asilzade bir ailenin bir kaç gün ortadan kaybolan bir çocuğunun işerken bulunması ve babasının onun meydana bir heykelin yapmış olması. Bu hikayelerin bir kaç versiyonu da var.



   Bu arada heykel sürekli çalındığı için bu gördüğünüz 6. kopyasıymış...Manneken Pis 1745 yılında ingiliz askerler tarafından çalınmış sonra 1747 yılında Fransız ordusu tarafından çalınmış hatta bu olayda Brüksel halkı büyük bir ayaklanma yaratınca Fransız kralı XV. Louis askerlerinin yaptığını telafi etmek için pahalı işlemeli bir kıyafet hediye etmiş. Ne heykelmiş bu arkadaş....
  Buradan ayrılarak Grand place'a doğru yürüyerek Brüksel'in farklı meydanlarını sokaklarını ve ünlü kilisesini görmeye gideceğiz.
  Yine Charles Buls caddesinde Grand Palace'da bulunan Belediye binasının hemen dışında pirinçten yapılmış kadın heykeli Everard't Serclaes karşımız çıkıyor.



  Everard'ın heykeli  Julien Dillens adlı heykeltraş tarafından yapıldı.Heykelin ayak ucunda uyuyan bir köpek var. Bütün heykellerde de bir köpek mutlaka bulunuyor. İlginç....Heykele dokunduğunuzda bir dileğiniz oluyormuş. Bende dokunmamazlık yapmadım tabi ki....


   Everard't Serclaes Kruştina'nın efendisi iken şehrini Fleming'den kurtarmasıyla ünlenmiş Brükselli bir halk kahramanıdır.  
  Swedwer'in gayrimeşru oğlu tarafından yönetilen bir grup  Everard't Serclaes'in Lennik'ten Brüksel'e giderken pusuya düşürüp yaralamışlar. Bunu takip eden gün içinde de Everard t'Scarlaes ölmüş.
    Heykel Everard t'Scarlaes' in ölümünü betimliyor. Arka kapıda ise biz bunları görmedik birbirini takip eden üç kabartmadan oluşmakta ve Brüksel'in özgürlüğünü sonradan da Brüksel halkının Gaesbeek kalesine yaptığı saldırıyı ve Everard t'Scarlaes'e yapılan saldırının intikamını simgeliyor. 






  Buradan ayrılarak çimpazarı denen Grasmarkt diğer bir adıyla Agora meydanına (Rue du Marche Aux Herbes) çıkıyoruz. Meydandaki ortaçağ havası sokaklara evlere yansıyor. Meydanda 17. ve 18. yy dan kalma bir kaç geleneksel ev, cafeler, restorantlar, pastahaneler, hediyelik eşya satıcılarının el yapımı eşyaları, antikaların satıldığı şirin  küçük bir pazar var.

Charles Buls çeşmesi (Başkan ve köpeği)
  Meydanın tam ortasında 1881-1889 yılları arasında Brüksel Belediye başkanlığı yapmış Charles Buls'un anısına yapılmış bir heykeli var. 





 Bu meydan'dan başka bir meydana geçeceğiz. Plattesteen ....Burası gece çok daha hareketli . Barlar eğlence merkezleri ... Plattesteen şehrin merkezinde eski bir cadde.




  Şimdi bu tarihi bölgede bulunan en önemli yapılardan birine gidiyoruz. St. Micheal ve St. Gudula Katedrali.


     9.yy başlarında katedralin yerinde St. Micheal'e (Aziz Micheal) adanmış Treurenberg tepelerinde bir şapel inşa edilmiş. 11. yy da şapel Romaneks tarzı bir kiliseye dönüştürülmüş. 1047 yılında St. Gery adasındaki saint Gaugericus kilisesinde bulunan St.Gudula'nın kalıntıları bu kiliseye taşınınca kilise bugünkü adını almış. Böylelikle St.Micheal ve St. Gudula Brüksel şehrinin koruyucu azizleri olmuştur. 



    13.yy da Brabant Dükü  I. Henry kiliseye iki yuvarlak kule eklenmesini emretmiş ve 1223 yılında ise gotik tarzda bir kilise inşa edilmesine talimat vermiş. Tüm kilisenin bitmesi yaklaşık 300 yılda tamamlanmış. Katedralde kraliyet ailesinin düğün cenaze merasimleri burada düzenleniyormuş. 




 1962 yılında 12. yy kalma kilise katedral ünvanını almıştır. 69 metre yüksekliğinde ikiz kuleleriyle çok güzel ve eşsiz bir mimarisi olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Victor Hugo bu yapıyı gotik tarzının en sade örneği olarak nitelendirmiştir. 



Katedral Belçika'nın milli kilisesi olması katedrali özel kılıyor.




  Katedrale giriş ücretsiz ama hazine bölümü denen bir yer var orası ücretli. 2 euro karşılığında değerli eşyaların saklandığı  bu küçük müzeyide gezebilirsiniz. Şimdi içeri giriyoruz.

  Katedrale girince noluyoruz diyorsunuz. İki büyük koridorda ve her yerde aziz heykellerle süsüllenmiş. Ana girişin üzerinde büyük bir vitray var . 


  Nave denen kilisenin orta kısmı ve halkın oturduğu yerin her iki yanında 12 sütun var ve tüm sütunlar heykellerle süslenmiş. Barok tarzda yapılan bu heykeller 17. yy başlarında Brabant heykeltraşları tarafından (Jeromer Duquesnoy Younger, Luc Faid'herbe, Tobie de Leis ....) yapılmıştır. Bu heykeller kilisenin apostolik kökenini vurgular. yani havariler tarafından kurulan kilise anlamında...


 Yine  Kilisenin ortasında (Nave denen kısımda) Antwerp'li heykeltraş Hendrick Frans Verbruggen tarafından 1699 yılında yapılmış şaheseri mimberi duruyor.Barok tarzın en güzel örneklerinden biri diye nitelendiriliyormuş. Çok anlamıyorum ama görsel olarak büyük bir zevk veriyor. Bu eser yasak meyveyi yedikten sonra Eden bahçesinden kovulan Adem ve Havva'yı temsil ediyor. En tepesinde yılanı delenbebeği ve  başında 12 yıldızla taçlandırılmış Meryem  ve elinde uzun bir haç ile temsil edilmekte.





        Bu heykel St. Philippe ye ait. Jan Van Mildert tarafından 1644 yılında barok tarzda   
     yapılmış. 



 Camlardaki vitraylar enfesti. Bu vitraylar 16. yy da Jan Hag ve 19 yy başlarında  Jean Baptiste Kaproner tarafından yaratılmış.






Aziz Micheal heykeli














 Aziz Gudule heykeli 







    Kilisenin orgu....Süper görünüyor. Alman orgcu Gerhard Grenzing ve İspanyol asistanları ile yapmış oldukları bir çalışma.






  Nihayet doğru dürüst bir katedral gezebildik.Heykellerin anlamlarını yaşanmış hikayeleri öğrenince daha anlamlı oluyor.
  Buradan ayrılarak arabayı almaya gittik. Oradan şehirden ayrılacağız ama önce Brüksel'de görmek istediğimiz bir yer daha var. Atomium


    Atomium Expo'58 Dünya Fuarı için fuara renk katmak amaçlı inşaa edilen bir yapıdır. Sonraları çok turist çekince Brükselin sembolü haline gelmiş ve Brüksel'de kalmasına karar verilmiştir.



Arabayı park ederek devasa binanın yanına gitmeye başladık.






    1954 yılında mühendis Andre Waterkeyn tarafından Expo'58 fuarı için tasarlanmıştır. Kendisinden Belçika'ya sembolize eden bir yapı tasarımı istemişler o da kristal kafes yapısından ilham alarak  onun 165 kez büyütülmüş hali olan Atomium'u meydan getirmiştir.











































  Atomium 102 metre yüksekliğinde ve birbirine demir çubuklarla bağlı olan toplam 9 küreden oluşuyor. Her küre 18 metre çapındadır.



   Bina'nın yanına yaklaşınca yapılan işin gerçekten çok başarılı olduğunu görüyorsunuz. Küreler üzerine tırmanan gençleri hayranlıkla izledik. 



   Atomium yapılışının ardından 2004 yılında bakıma alınmış ve orjinal parlaklığına kavuşturulmuştur. 2006 yılında da tekrar ziyarete açılan yapının en tepesindeki küreye ölümünden sonra Andre Waterkeyn adı verilmiştir.



  En tepedeki küre haricinde diğer diğer kürelere 3 tanesi hariç bunlara giriş izni yokmuş yürüyen merdivenlerle çıkabilirsiniz. Ama ücretli. En tepedeki küre ziyarete açık olduğu zamanlarda burada bulunan restaurant'ta yemek yiyebilirsiniz. Brüksel şehrinin manzarasını da doya doya seyredebilirsiniz. 












  Bu kadar metal yığını yeter dedik ve arabaya binip Brüksel'den ayrıldık ve Ghent şehrine doğru yol aldık .




    Gent Belçika'nın Flaman bölgesinde Doğu Flandre bölgesinin başkenti olan bir şehir Schelde nenri ve Lys ırmaklarının birleşimde kurulmuştur. Şehrin adı da Kelt dilinde      '' iki nehrin kesiştiği yer'' anlamında kullanılan ''Ganda '' kelimesinden geldiği söyleniyor. 




   7. yy dan önce tahıl sonra da kumaş ticaretiyle zenginşleşmiş olan Gent turizm açısından da oldukça önemli bir konuma sahiptir.
    




   Önce şehrin merkezine geldik burada Graslei bölgesine ve karşısındaki Korenlei rıhtımına ulaştık. Her iki rıhtımda ortaçağdan kalma rıhtımlar olup şehrin kültürel ve turistik bölgesini oluşturmakta. 



  Graslei, Leeld nehri boyunca ve Scheldt nehrinin ağzına yakın bir yerinde bulunan bir yerdir. Buradaki evlerin yapımı ortaçağa kadar dayanıyor. Ama bazı anıtsal cepheler 18. ve 19. yy da büyük ölçüde değiştirilmiş. 1913 dünya fuarında da evler restore edilmiştir. Bu bölge 5. yy dan kalma en eski  buğday ticaretinin merkezlerinden biridir.



   Nehir boyunca kanalları kano kiralayıp gezebiliyorsunuz. Eşsiz mimariyi nehir turu yaparak farklı bir açıdan seyretme imkanı bulabilirsiniz.
   Şehir çok kalabalık.... Turistlerin dışında bir üniversite şehri olduğundan şehirde çok genç nüfus var.


  Kanalı köprünün üzerinde seyrettikten sonra sokak boyunca yürüyerek çok uzun sürede yapılmış St Micheal Kilisesine doğru yöneldik. St Micheal kilisesinin önündeki köprü şehrin en önemli yapılarından biridir. Leine nehrinin üzerindeki bu köprünün adı Sint-Michielbrug 


    Bu arada üç kuleli St Nicholas kilisesi de bu bölgede yer alan bir kilise. 13. yy gotik tarzda yapılmış ve şehrin ticaret merkezinde olduğu için önemli bir konuma sahiptir. Zamanında kilise zengin tüccarlar tarafından kullanılmış hatta bu tücarlar tarafından buraya bir şapel eklenmiştir. Mimarisi buram buram ortaçağ kokuyor, bu yüzden oldukça çok turist çekiyor. Aslında zaman içinde fazla tadilat gördüğünden mimarisi bir birinden farklı öğeleri taşıyor.






    Sint Michielsbrug köprüsü de şehrin merkezinde bulunan taş bir köprüdür. Graslei ve Korenlei'nin güney tarafında 1905 ve 1909 yılları arasında inşa edilmiş ve 1983 yılında anıt statüsüne girmiştir.






  Tam arka planda görülen katedral Aziz Bavo Katedrali. Şehrin her yerinden görülebilecek büyüklükteki bu kilise şehrin en eski kiliselerindenmiş.


  Vaftizci Aziz John'a bahşedilen kilise Avrupa'nın en büyük katedrallerinden  biri olup gotik tarza sahiptir.






  Katedrel kendisiyle aynı adı taşıyan Aziz Bavo meydanında bulunmakta. Bu arada meydanda kilisenin dışında tiyatro binası ve Belfry Çan kuleside bulunmaktadır.









   St. Bavo katedrali dönemin en iyi gotik mimari tarzında yapılmış bir yapı. Günümüze yenilemeler yapılarak gelmiş tabi ki. Katedral Rubens'in de bulunduğu çok değerli ressamların eserlerini de barındırıyor. İçini de gezebilirsiniz bu arada. Ama orjinal resimleri 
görmek için belli bir ücret yaklaşık 3-4 euroya girebiliyorsunuz.


İnternetten alıntı

   Resimler arasında Van Eyck Brothers'ın resmettiği ''The Adorition of the Mystic Lamb '' (Mistik Kuzu) adlı eseri de varmış. Ben bunu araştırırken öğrendim bilseydim gezerdim Çünkü resim 1432 yılında Hubert ve Jan Van Eyck kardeşlerin yaptığı şimdiye kadar yapılmış en etkili resimlerden ve dünya hazinelerinden biri olarak kabul ediliyor.
   Size yazıyorum merakınız varsa Avrupa sanatında bir başyapıt ve şaheser olarak
nitelendirilen bu resmi mutlaka görün derim.


İnternetten alıntı

   Katedralin hemen arkasında 91 metre yüksekliğideki Belfry Çan kulesinide görebilir gezebilirsiniz. Savunma kalesi ve saat kulesi olarak da kullanılan kule Ghent'in 
en yüksek  binasıdır. 1380 yılında inşası tamamlanan kulenin tepesinde bakır yaldızlı bir ejderha ile süslenmekte. Biz şimdi ünlü meydanları olan Korenmarkt'a doğru yürüyoruz.






  Korenmarkt o kadar kalabalık ki, öncelikle genç nüfus çok fazla birde turistler katılınca meydan oldukça hareketli görünüyor 


  Şu anda belediye binasının önündeyiz. Hiç bu kadar karışık tarzda yapılmış bir belediye binası görmemiştim..


Tam arkasında da eski saat kulesi görülüyor. Tüm tarihi yerler bir doğru üzerinde zaten.






  Meydan yani Korenmarkt (Groentenmarkt) tarihi evler ve binalarla çevrili ve şehrin en önemli cazibe merkezlerinden biri. Buraya gelince daha iyi anlıyorsunuz. Restorantlar, sokak sanatçıları hediyelik eşya satan dükkanlar ve tabi ki tarihi binalar.....


    Meydan aslında buğday marketi anlamına geliyor. 10. ve 11. yy 'a kadar giden Gent'in tarihçesinde bölge Flanders bölgesinin tahıl ticareti merkeziymiş. Buraya getirilen tahıllar kurulan pazarda satılırmış.


    Temmuz ayının 3. pazar gününden önceki cuma başlayan ve 1 hafta süren bir de Gentse Feesten (Genth Festivali) bu meydanda gerçekleşiyor. Bizim zamanımıza uymadı ama bu süre zarfında gelebilirseniz festival etkinliklerini kaçırmayın derim.




   Buradan meydanın hemen arkasındaki Belforth (Çan kulesi) ve yanındaki Lakenhel (Tarihi Kumaş Borsası) yere gidiyoruz. 








Eski Balık pazarı resturant girişi.






   Gent'in diğer gezilecek en önemli yeri  Kontlar Şatosudur.(Gravensteen) Şato Leine nehrinin kıyısında bulunmaktadır. 1180 yılında I. Kont Philip (Alsace Philip) tarafından inşa ettirilimiştir.




 2. Haçlı seferine katılan I. Philip Suriye Filistin Mısır ve Anadoluda'ki kaleleri görüp beğenince nispet olarak 9. yy dan kalma ahşap bir kalenin üzerine bu kaleyi yaptırdığı söyleniyor.



    Kale 14. yy da Flandre Kontları tarafından kullanılmış olup, geçmiş zamanda hapishane, adliye sarayı hatta fabrika olarak bile kullanılmıştır. Daha sonra kale terk edilmiş ve çürümeye bırakılmıştır. 19. yy sonunda kalenin yıkılması planlanmış ve 1885 yılında Ghent şehrinin kaleye sahip çıkmasıyla birlikte bir yenileme projesi başlatılmıştır. 1893 te restore edilen kalenin içindeki evler kaldırarak duvarlar ve muhafazalar orjinal haline getirilmiştir. Şu anda müze olarak kullanılıyor.



    Kalenin yıkılmak istenmesinin en önemli sebepleri içinde akıl almaz işkencelerin yapılmış olmasıdır. 12. yy sonlarına doğru Gent'e verilen idari ve siyasi güç sayesinde insanların suçlarını itiraf etmesi için yapılan insanlık dışı işkenceler bu kalenin kara lekesi olmuş. Öldürülecek olan suçluya işkence yapılıyormuş. Ne vahşet ya.....



  İlginç bir hikaye; Fransız bir mucit olan Dr Joseph Ignace Guillotin bu vahşi ölümlerin önüne geçmek için kendi adını taşıyan giyotini icaat ediyor. Amacı insanların acı çekmeden ölmelerini sağlamak için mekanik bir cihazın kullanılmasını önermiş. Ailesi ise bu isimden rahatsız olup soyadlarını değiştirmişler.
   Bu icattan sonra işkenceler ortadan yavaşça kalktı denilebilir.
    Kaleyi dışarıdan seyrederken yaşlı bir amca içini  de gezin çok güzel dedi. İçeride hapishanede yapılan işkence aletleri, kontların özel eşyalarının olduğundan falan bahsetti. İçinde bir giyotin aleti bile sergilenmekteymiş. Ama açıkçası saat çok geç olmuştu ve biz daha Bruges'e gidip orayı gezeceğiz. Gözümüz yemedi. Ama siz gezebilirsiniz.












    Genthe'e sabah gelip akşama doğru çıkarsanız her yerini karış karış gezersiniz...Bizim göremediğimiz yerlerde vardı...İlginç müzelerini gezme, kiliseye girme, kulesine çıkma gibi....Buralara da uğrayabilirsiniz. Çok güzel ve gezilebilecek hoş bir şehir bence...... 
  Ama bizim ayrılma vaktimiz geldi epeyde geç oldu daha Bruges'e gideceğiz.....


  Bruges Belçika'nın Flandra ilinin başkenti ve orta çağdan kalma mimarisiyle gerçekten göz alıyor.  Şehre girdiğiniz de inanılmaz düzgün şekilde yapılmış binaları görüyorsunuz.Biz arabayla merkeze doğru ilerlerken geçtiğimiz sokakların hemen hepsi aynı ve yapılan ya da restore edilen binalar gotik tuğla tarzında ve hemen hemen hepsi bitişik nizamda seyrediyordu. Tuğlaların görsel şöleni diyebilirim.
 

   Arabayı park ettik. Aslında bayağı geç olmuştu dolasıyla gündüz kalabalığını atlattığımızı düşünüyorum. Park ettiğimiz yer Brugge 'nin Jan Van Eyk meydanı. 


  Meydanın ortasındaki heykel ressam Jan Van Eyckplein aittir. Ressam Genth'deki Aziz Bavo katedralindeki ''Mistik Kuzu'' resminin yaratıcısı, bahsetmiştim. Jan Van Eyk meydanın da kimseler kalmamış etrafa meydanın büyüleyici havası hakim. Biz kanal boyunu takip ederek şehrin merkezine doğru uzanacağız.














 Tarihi evleri seyrederek Spiegelrei kanalı boyunca yürüyerek dönemeç kısmına geldik. Buradan bir foto almak da yarar var. Tam kanalın ucundaki Jan Van Eykplein meydanı ve heykelin arkasında geçmişte tüccarların kullandığı kule Pootersloge gözlemleniyor. Burayı bizim ülkemizdeki Uzun göle benzettim. Yine böyle bir foto almıştım oradan da. Ama uzun göl dağların arasında yeşilliklerle gölgelenmiş ve mavi göl muhteşemdi. Şimdilerde etrafı beton olmuş zihniyet farkı işte. Burası turist kaynıyor. Uzun göl tamamen rant kapısı olmuş...İçim acıyor.


  Brugge'a geldiğiniz zaman kanal turu yaparak buraları tekne ile dolaşabilirsiniz. Alternatif bir gezi olabilir. 8-10 euro civarında 1 saat sürdüğünü duymuştum. En son  tur 17.30 da bizim için oldukça geç bir süre. Zaten kanal turu hakkımızı Amsterdam da ve Giethoorn köyünde kullanmak istiyoruz.







   Taş köprünün üzerinden karşı tarafa geçerek ara sokaklarda yürüyerek yolumuza devam ediyoruz....
  Kapılar dikkatimi çekti eski yeni yan yana estetiğini bozmadan yapmışlar. Hoşuma gitti.

























































   Bu sokakta St Walburga kilisi bulunuyor. Kilise 17. yy da Cizvitler tarafından Barok tarzda inşa edilmiş bir Roma kilisesidir. Kilisede birçok değerli sanat objesi bulunmaktaymış. Biz içine girmedik. Dışarıdan gözlemlemeyi tercih ettik.









Kilisenin karşındaki binalar....




Buradan tekrar kanalın bulunduğu yere çıktık.



  Ortaçağ görüntüsü altında yeşilliğin suya yansıması ve tablo gibi yapılmış akşam güneşinin altında sizi yerinize mıhlıyor.




  Kuzeyin Venedik'i olarak adlandırılan Brugge'da 1128 yılında inşa edilen kanallarla geçmişte uluslararası önemli bir ticaret ağı merkezi haline gelmiştir. Yıllar içinde ticari önemini kaybetmiş ve daha sonraları Avrupa'nın en önemli popüler turizm destinasyonlarından biri haline gelmiştir.



   Brugge'un yine en çok fotoğraf alınan noktalarından biri Rozenhoedkaai (Quay of the Rosary). Buraya geldiğiniz de buranın fotoğrafını sizde almak istersiniz çünkü çarpıcı ve büyüleyici kelimelerle ifade edilemiyor.



  Groenerei ve Dijver kanalları burada kesişiyorlar. Rozenhoedkaai geç Orta Çağ'da gemiler için bir tuz limanıymış. Tuz ortaçağ da altın değerindeymiş, tüccarlar mallarını bu limanda boşaltıyor ve tuz alarak yiyecek ve mevsim yemeklerini tuz sayesinde koruyorlarmış.






 Kanal boyunca yürümeye devam ettik.





Kanaldaki ördekler gerçekten görsel bir keyf sunuyor insana...










  Kanalın karşısındaki evlerin muntazamlığı açısından benden tam not aldılar. Tam da matematik öğretmenliğime uygun yapılmış. Tebrikler Brugges






 Hangi karesini fotoğraflayacağımı şaşırdım. Sessizliği sakinliği doğası evleri geçmişi muazzam bir yer.



 İlyasım aldın başını gidiyon şuradan iki foto daha alacaktım....





Bu arada kanalın öbür tarafında da yalnız uzanan sokaklar



Sokakları neşelendireyim dedim... 













Tekrardan yürüyüşümüze devam ettik.





































Bu pasajdan geçip Burg meydanına çıkacağız.








  Burg meydanına bu güzel ayrıntılarla dolu ihtişamlı ve zarif bir giriş kapısıyla giriyoruz. Bruges belediye binası (Stadhuis) ve Eski Sivil Kayıt (Paleis van het Brugse Vrije) arasında ki bu kemer gerçekten görülmeye değer.








































  
 Burg meydanı şehrin en eski yerleşim yerlerinden bridir. 2. ve 3. yy larda insanlar bu bölgeye yerleşmiş ve 9. yy da Flandre'in ilk kontu olan Baldwin Iron Arm kalesini buraya inşa etmiş. Ama meydanda kale izine rastlanmıyor.
  

   Flanders kontları Burg meydanını siyasi ve dini merkezi haline getirmiş, bundan dolayı kale olmasa da en güzel binaların burada olduğu bir gerçek. Bu binaların en etkileyicilerinden biride Belediye binasıdır. 1376 yılında gotik tarzda inşa edilen bu bina Burg'un en eski binalarından biridir. Bu binadan şehir 600 yıldan fazla yönetilmiştir.
  
   
   Binanın üst cephesinde bulunan dini figürler ve heykeller Jan van Eyck tarafından boyanmış ama orjinalleri aslında 18. yy sonunda yıkılmıştır. Fakat pencere ve kenarları hala orjinalliğini korumaktadır.


   
 Şehrin tarihi ile ilgileniyorsanız bu binada aradıklarınızı bulacaksınız. Binanın içinde şehrin mührü ve tarihi belgeler eserler bulunmaktadır.  




Belediye binasının tam yanında Heiligbloed Basiliek (Kutsal Kan Bazilikası) yer almaktadır.


 Kutsal Kan bazilikası Hz İsa'nın kanının bulunduğu bir bezi fanus içinde bulundurması dolayısıyla önemi büyüktür. 12. yy da gotik tarzda inşa edilmiştir. Biz gittiğimizde kapalı idi. 







  Ve artık Grote Mark (Büyük meydana) girebiliriz. Breidel sokağından devam ederek meydana ulaşabiliyorsunuz






     Bruges'un tarihi kısmı Unesco'nun dünya Mirası Sit alanıdır. Şehir dantel ve çikolataları ile ünlüdür. Tabi biraları da çok meşhur....Bir bira fabrikası bile mevcut.







  Burası eski şehrin pazarı yani pazar meydanı da diyebiliriz. En çok turistin olduğu bölge, cazibe merkezi. Geç saate kaldığımız için kalabalık azalmış. Tabi bizim için çok daha iyi.




   Ve şehrin kalbinin attığı meydan. 12. yy dan kalma Çan Kulesi (Belfry), 1787 yılında yıkılıp yerine 1850 den sonra eyalet mahkemesi olarak görev yapan ve 1878 yangınında tekrar inşa edilen Batı Flanders Eyalet Mahkemesi (Waterhall ) meydanda bulunan bazı tarihi mekanlardan.



Meydan inanılmaz büyük yaklaşık 1 hektarlık bir alanı kapsıyor.





  Pazarın ortasında Jan Breydel ve Pieter de Connick'in heykelleri bulunuyor. Bu popüler kişiler Flaman birliğinin kahramanları olarak anılıyor. Fransız baskınına direnen ve 1302 yılında Altın Dövüşler savaşında önemli rol oynayan bu kahramanların gotik tarzda yapılmış heykellerinin yüzü meydanda İl Sarayına bakıyor.




  Meydan 1995 yılında yenilenmiş ve 1996 yılında tekrar halka açılmıştır. Meydan trafiğe kapatılarak daha geniş bir gezme yeri yapılmış



  Pazar meydanı 10 yy dan beri şehrin ekonomik politik ve sosyal hayatın merkezi olmuştur. 12 yy burada fuar düzenlendikten sonrada uluslararası bir üne kavuşmuştur.








  Şimdi meydanda bulunan ve yüzyıllar boyu şehrin en önemli yapısı olan Belfry Çan kulesinin önündeyiz.


1240 yılında yapılan kule şehrin önemli simgelerinden.






İl mahkeme binası (provinciaal hof)








































































  Şehrin sokaklarını meydanlarını kanallarını gezerken tüm şehrin Unesco Dünya Mirasları listesine girmesini anlıyorsunuz. Şehrin mülk sahipleri evlerinin dış görünüşü etkileyecek herhangi bir şey yaparken bile Unesco temsilcilerine sormaları gerekiyormuş. Her görünüşü birbiriyle uyumlu olması gerekiyormuş. Böylelikle inanılmaz bir mimariyle karşılaşıyorsunuz. Bize göre değil 😂



  Biz küçükken tahtadan şatolar yapardık, düzenli biçimde onları hatırlattı bana...tabi şimdilerde böyle oyunlar yok maalesef.







    Bruges kesinlikle görülmesi gereken bir yer. Ama ne yalan söyleyeyim evler çok muntazam ama sokaklarda yeşillik çiçek yok. Bavyera bölgesindeki ortaçağ kasabalarını ve Fransa şarap yolundaki evleri, sokakları gördükten sonra bence buraları bana daha renksiz geldi.