Translate

25 Aralık 2018 Salı

5. Antwerpen- Roterdam

8.07.2016 
       Antwerpen Belçika'nın Flander' deki Anvers eyaletinin başkenti olup Belçika'nın en kalabalık şehridir. Şehir kuzey denizine bağlı Scheldt nehri üzerine kurulmuştur. Dünyanın en büyük 20, Avrupa'nın en büyük 2. limanına sahiptir.
     Biz otelden çıkıp ilk önce şehrin kalbi olan Eski Pazar Meydanına (Grote Markt) geldik. Meydan şehrin eski şehrinde bulunuyor. Sabah erken geldiğimiz için meydan bomboş.


     Meydanda restorantlar kafeler, orta çağdan kalma birbirine bitişik üçgen çatılı bir çok lonca evleri bulunmakta. Katedral ve belediye binası da bu meydanda. Meydan şehrin en cazibeli yeri. Kış aylarında meydana bir buz pateni pisti de kuruluyormuş. Ayrıca temmuz festivalleri de özellikle dünyaca ünlü Tomorrwland Festivali bu alanda gerçekleşiyor. 

      Meydanda 1561- 1564 yılları arasında yapılmış Antwerp Belediye Binası da (Stadhuis -Antwerp City Hall) bulunmakta. Bina hem Flaman hem de İtalyan mimarisinden esinlenerek gotik tarzda, içindeki mimari heykeller ve sanat eserleri de Rönesans tarzında yapılmış olup Unesco Dünya mirasları listesinde yer almaktadır. 
      Bina şehrin armalarıyla süslü hemen hemen tüm Avrupa ülkelerinin bayrakları ile süslenmiştir.






   




   Meydanın tam ortasında Antwerpen Eli temalı heykel bulunmaktadır. Hikayesi ise zamanında Antigoon adındaki acımasız canavarın nehirden geçen denizcilerden haraç kesmesi ve kendisine karşı gelenleri öldürmesi ile başlar. Gel zaman git zaman Sivius Brabo adlı bir kahraman çıkıp bu devin elini kesip nehre atana kadar. Bu el kesme olayı da zamanla efsaneleşir ve ''Hand Werpen'' (Flamanca el kesmek) Antwerpen olarak dillere dolanır ve şehrin adı böylelikle şekillenir. Şimdi meydanda Brabo denen heykel tüm ihtişamıyla durmakta.





   Bence Belçikalılar bu küçük heykellere bir hikaye uydurarak sonradan onları giydirerek şehrin sembolleri haline getirip turizm cazibesi halinde pazarlamayı çok iyi biliyorlar.
  Ama heykeli de güzel yapmışlar.



    Gerçekte tarihçiler bu efsanenin aksine kelimenin kökeninin '' aan het werpen'' yani ''dalgakırandan'' geldiğini söylemektedirler. Jules Cesar'ın yeğeni olan Silvius Brabo 'nun bu görkemli heykeli de heykeltraş Jef Lambeaux tarafından yapılmıştır.
     Ayrıca Jef Joseph Maria Thomas Lambeaux tarafından Antwerpen şehrinde 13. yy da yapılan bir çok anıt ve heykel de bulunmaktadır.



Kesik elden fışkıran su gerçekten hoş görünüyor.





































  Heykelin sol yanında ünlü Meryem Ana Katedrali (Onze Lieve Vrvouvewe) yükseliyor. Bu katedral Benalux'un en büyük katedrali, uzunluğu 123 metre ve şehrin çoğu noktasından görülebiliyor Katedral 170 yılda tamamlanmıştır. 1521 yılında yapımı biten katedral gotik tarzda yapılmıştır.
  Katederal de ressam Peter Paul Rubens'in dört yapıtı bulunmaktaymış. Meraklı iseniz mutlaka gezin derim.











   Lonca evlerinin üzerindeki detaylar gerçekten çok güzel. Aynı süslemeler Brüksel'deki lonca evlerinde de vardı. 






   

































 Buradan Lonca evlerinin tam arkasında bulunan katedrale yan sokaktan ilerliyoruz. Sokakta yeni açılan kafeler, dantel dükkanları ve tabi ki çikolata dükkanları var. Bu sefer içeri girmedim dayanamayıp yiyebiliriz.
















   Muhteşem katedralin kapısı...Duvarların ayrıntıları çok güzel. 170 senede bitirmişler. Kapalı olduğu için gezemedik.
  Bu noktada şunları söylemek isterim içerisinde Ruben'sin yapıtlarından olan 4 tablonun burada olduğunun bu gezimizde bilseydim kilisenin açılışını bekler ve gezerdim. Bu tablolar Çarmıhtan Çıkma (1612- The Descent from the Cross), Haçın Yerleşimi (1609-1610 The Elevation of the Cross), Meryemin Yükselişi (1626-The Assumption of the Cross ) ,İsa'nın Dirilişi (1612-The Ressurrection of Jesus). Ayrıca içeride Rubens'in öğretmeni olan Otto Van Veen, 16. yy ressamlarından olan 30 yaşında ölen Jacob de Backer ve Maarten de Vos'a ait eserler de  bulunuyor.


  Aslında katedral bir sergi sarayı gibi. Hepsi birbirine benziyor diye içlerine çok girmiyoruz. Ama araştırıp bazılarının seçmek gerekiyor. Yoksa buralara kadar gelip de  sizin için önemli olan bazı şeyleri kaçırabiliyorsunuz.
  
   Tabi bunlardan biri olan Rubens'in evini de göremedik.

  Buradan ayrılarak rıhtıma doğru ilerliyoruz. Binalar gerçekten çok ilginç. Üzerinde bulunan heykeller inanılmaz ayrıntılar içeriyor.







Şimdi şehrin sembollerinden biri olan kaleye doğru ilerliyoruz. 

   Roma mitolojisinin bilgelik savaş strateji ve zeka tanrıçası Minevra heykeli asma köprünün üzerinde yer alıyor.


   Şimdi asma köprüden kalenin bulunduğu yere gidiyoruz. Şu ana kadar gezdiğim kalelerden çok farklı olduğunu söyleyebilirim. 693 tarihinde efsaneye göre meydanda gördüğümüz kesik elin sahibi canavar Antigoon'un kalesi.


   Kale eski şehrin merkezinde bulunan bir ortaçağ kalesidir. Het Steen kalesi Anvers'in ilk taş kalesi olup Viking saldırılarından sonra inşa edilmiş en eski binasıdır. Het Steen önceleri Antwerpen Burcht (kale) olarak biliniyordu daha sonradan Charles V tarafından yeniden yapılandırılarak ''Heeren Steen'' (Kralın taş kalesi) ve daha sonradan da Het Steen ''The Stone'' (Kaya) olarak değiştirilmiş. 


   Kaleye baktığınızda taşların iki renkte olduğu göze çarpıyor. Bunun sebebi V. Charles'ın kaleyi yenilemesinden kaynaklanıyor. Kale 1303-1827 yılına kadar hapishane olarak kullanılmış. Daha sonra kale kereste fabrikası ve balık deposu olarak da kullanılmıştır.  1952- 2008 yılları arasında da Ulusal Denizcilik Müzesinin (National Maritime Museum) bir parçası olarak kullanılmıştır. Kalenin içinde bulunan tüm eserler Museum aan de Stroom'da (MAS) sergilenmektedir. 



   Kale girişinin sol tarafında bulunan bu heykel 16. yy tarihindeki başka bir efsaneye sahip olan Lange Wapper adlı bir sahtekara ait.. Heykel elleri belinde önünde duran iki kişiyi gülerek kokutuyor. Hikayesi de şöyle, bu Lange Waper denen dev nehir kenarında yaşayan şehrin bir tarafından diğerine tek adımla geçermiş. Geceleri şehre gelip insanları korkutan ama zararsız bir yaratık.



Heykelin Albert Poels tarafından yapıldığını görüyoruz.








   Kalenin iç kısmında II. Dünya Savaşı'ndaki Kanada askerleri için bir savaş anıtı bulacaksınız.



    Nehrin yanına kurulmuş bu şehir çok stratejik konumda olup Kutsal Roma İmparatorluğu ve İngiliz adalarını birbirine bağlayan kozmopolit bir yerdir. Bu sebepten dolayı Antwerpen Avrupa'nın ilk uluslararası ticaret fuarına ev sahipliği yapmıştır. 
   Şimdi limana gidip o muhteşem gemileri seyredeceğiz.













Gelen gemilerin içlerini gezen ziyaretçiler.











  Yeni binalarda hiç fena değil. Bence güzel bir şehir. 1993 yılında Avrupa'nın kültür başkenti 2013 yılında da Avrupa spor başkenti ilan edilmiş, Belçika'nın 2. zengin şehri. Nasıl olmasın dünya elmas ticareti buradan geçiyor. Elmas ticareti Yahudilerin elinde. İlk elmaslar zamanında şehrin sömürgesi olan Kongo'dan getirilmiş. Zamanla pazar Yahudilerin eline geçmiş. Neyse zenginin malı züğürtün çenesi olduk....


   Bu güzel şehirden öğleye doğru ayrıldık, istikamet Hollanda ilk şehrimiz Roterdam...
 Roterdam' a ünlü köprüleri Erasmus köprüsünden geçerek giriyoruz. 



   Erasmus köprüsü Maas Nehri'nin her iki kısmını kuzey ve güney kısmı birbirine bağlayan ilginç tasarımda bir köprü. 1996 yılında Ben Van Berkel tarafından yapılmış 802 metre uzunluğunda ve 139 metre yüksekliğinde olup asimetrik sütunlar mevcuttur. Ama köprüyü en özel kılan şey Rotherdam'daki diğer köprülerde olduğu gibi bu köprünün de tek ayak üzerine oturtulmuş olmasıdır. Bu da onun görselliğini eşsiz kılmıştır. Kuğuya benzediği için köprünün diğer bir adı da '' The Swan'' (Kuğu) dur. 
   Köprü 6 eylül 1996 yılında Kraliçe Beatrix tarafından açılmış ve 1 ay sonrada trafiğe açılmıştır. Köprü 75 milyon euroya mal olmuştur.

   Köprüyü geçer geçmez tren garının karşında bulunan kapalı bir yeraltı otoparkına arabayı park ettik. Buradan yürüyerek şehrin cazibe merkezine doğru yürüyeceğiz ve şehri bu şekilde gezmeyi planlıyoruz.


   Tren garının önünde bir fotoğraf çekinerek yürüyüşümüze başladık.
  Bu arada Roterdam hakkında biraz bilgi vereyim size. Şehir 1940 yılında 2. dünya savaşı sırasında Almanların bombardımanı ile tamamen yerle bir olmuş.



 14 mayıs 1940 tarihinde havadan düzenlenen saldırının asıl amacı Hollanda güçlerinin direncini kırmak, Maas Nehrini (Niuwe Maas) kontrol altına almak ve bu sayede kuzeyi ele geçirerek Manş denizine ulaşmak.



   Şehir inanılmaz modern yapılmış. Bu şehirde eskiden kalma bina falan kalmamış. Hepsi yeni anlayacağınız. Diğer Avrupa ülkelerinden daha faklı. Savaş sonrasında 1950-1970 yılları arasında şehir tamamen yeniden inşa edilmiştir.

  
  Bu bizim yürüyüş yolumuz olacak. Direk merkeze ve küp evleri göremeye gidiyoruz. Hava hafiften yağmurlu, Word Trade Center yanından geçerek yol üzerinde bir Mc Donald's da mola verdik. Bu arada şehrin her yerinde inşaat var. Üstelik çok değişik modern binalar.




  Hoog caddesinden ilerleyerek Markthall'in bulunduğu meydana geldik. Bu arada ortaçağdan kalma tek kilisenin önünden de geçtik. Dönüş yolunda buraya uğramaya karar verdik.






   Görünen bina Markthal'ın yan tarafı....Burada çok güzel bir çiçek bahçesi vardı. Epey bir fotoğraf aldık .




   Markthal'ın 3. katından 11. kata kadar 80 metre kare ile 300 metrekare arasında değişen 102'si kiralık 126'sı satılık olarak planlanmış 228 konut bulunmakta. Nereden biliyorsun diyeceksiniz....araştırdım belki buradan bir ev alırım diye... 😂 ama çatı katları çok daha güzelmiş, kemer biçiminin verdiği avantajla geniş bir terasa sahiplermiş ayrıca manzarada Lourens kilisesi ve Maas nehri, bazıları ise  pazar alanın bakan pencereleri varmış. En ilginci camlar 3 katlı sesi ve kokuyu hapsediyor....Neyse emlak yazısı gibi oldu.


Biz çiçekler arasında fotoğraf çektirdik, bu da bedava.













Buradan sağ köşede gördüğünüz küp evlere doğru gidiyoruz.








   Ve küp evlerin bulunduğu Helmond bölgesine geldik. 1970 yılında Piet Blom tarafından dizayn edilmiş ve bu bölgede hayata geçirilmiştir. Burada insanlar ikamet ediyor. Hatta bir kaçı evini ziyarete açarak giriş 3 eurodan evleri gezdirerek azımsanmayacak ölçüde para kazanıyor.










































  Evler inanılmaz turist çekiyor. Gerçekten çok ilginç; oyuncak gibi. Benim şahsi fikrim bu evlerde yaşanmaz insanın ruhu daralır. Birde yaşadığın yeri düşün sürekli ziyarete geliniyor.



Kübik evlerin planı




   Evler şehir merkezine 45 derecelik açıyla duran altıgen biçimde yapılmış. Evlerin hepsi bir ağacı, hepsi birden ormanı simgeliyorlar. Tüm evler ahşaptan yapışmıştır.








   Küp evlerin 55 tane olarak yapılması planlansa da şu ana kadar 38'i küçük 2'si süper küp olmak üzere toplam 40 adettir. Bu evlerden satın almak isterseniz 200 bin euro vermeniz gerekecek.





   Eşim düşünüyor alsak mı almasak mı diye .......Vallahi ne yalan söyleyeyim küçük olmaları bir şey değilde insanın üzerine geliyor sanki evler.



  Burada bir de hostel var kalmak isterseniz aklınızda bulunsun derim. Stayokay Hostel Rotherdam adı ile arama yapabilirsiniz.






   Kijk-Kubik Ev (Müze Ev) mobilyalı bir şov odası olarak da ziyarete açılmış. Böylelikle eğimli duvarlarla kubik bir evde nasıl yaşanabileceğini göstermek ve dizayn nasıl yapılabilir şeklinde gösterimlerde bulunmaktalar. 
























  Küp evleri gezmek güzeldi ama ne yalan söyleyeyim planları çizdikten ve istedikten sonra birde para varsa her mimarın yapabileceği bir şey. Güzel mi güzel yaşanır mı bana göre değil ama şu bir gerçek ki olmayanla iyi turist çekmeyi öğrenmişler. İşte bu bizde yok.

Şimdi ünlü Markthall'a gireceğiz neler varmış bir gezelim.


  
    Girer girmez neye uğradığınızı şaşırıyorsunuz öncelikle çok kalabalık, çok hareketli ve çok renkli ayrıca her yerde yiyecek içecek dolu. Açıkçası Mc Donald's da karnımızı doyurduğumuza pişman olduk. Ama mutlak yiyecek bir şey buluruz diye attık kalabalığın içine kendimizi.

İnternetten aldığım bir fotoğraf 
   Meyve dükkanları, çikolatala dükkanları, şekerlemeciler, et reyonları, peynirler, Türk kebapçısı , abur cubur....dondurmacılar, wafelcılar, yoğurçular, suşi, bir sürü yemek reyonu cafeler aklınıza ne geliyorsa var.   Roterdam'daki bu kapalı pazar alanı Markthall'da 20 den fazla dükkan ve 9 adet restaurant var. 



   Markthall'in yapımı 2014 yılında tamamlanmış ve tarihi Binenenrotte meydanında yer almakta. Daha önceden bahsettiğim gibi konut dairelerin dışında restoranlar, mağazalar ve bir de 24 saat açık dört katlı bir otoparkı mevcut. Ayrıca ülkenin ilk kapalı pazar yeridir.


  Hayatımda yediğim en lezzetli tatlı muzlu çikolataları içinde bir sürü fıstık .....hımmm hımmm. 2 euro ile bir çikolata döneri yiyerek dünyandan geçiyorsun.
  Tatlımızı yiye yiye Rothardam'ın ortaçağdan kalma tek yapısı olan St.Laurenskerk'in (Laurena Kilisesi) doğru yola çıktık




Kiliseyi gezemedik çünkü nikah töreni vardı.



1449 ve 1525 yılları arasında inşa edilen kilise Roterdam da kalan tek ortaçağ binası.


Kilise ve çevresi 1943-1945 Roterdam Bombardımanı
Günümüz Kilise ve çevresi
    Kiliseye inşaatın dan 96 sene sonra Hendrick de Keyser tarafından tasarlanan bir kule eklenmiş. Biz içini gezmedik ama içinde Hollandalı denizciler anısına birde anıt mezar bulunmaktaymış.

    Kilise günümüzde şu anda şahit olduğunuz üzere bir çok törene, sergiye dini aktivitelere ev sahipliği yapılıyor. Ayrıca kulenin tepesine de çıkılabiliyorsunuz. Tabii ücretli biz kapısına kadar bile ulaşamadık...




  Arabaya gittik buradan Scheveningen deki Esher'in evini yani müzesini görmeye gidiyoruz. En merak ettiğim ressam....
  Roterdam dan yarım saat uzaklıkta......ama 4:55 de olmamıza rağmen almadılar içeri çünkü kapanış 17:00... çok yalvardık ama nafile Avrupa'da kural kural. Çok üzüldüm.....


Pek bi söylendim....sinirlendim..... kabullendim.




    M.C Esher 1898 yılında Hollanda' da doğmuş, 1918 yılına kadar babası George Esher, annesi Sarah ve dört erkek kardeşiyle birlikte doğduğu Leeuwarden'de yaşamış. Grafik öğretmeni Samuel Jessurun de Mesquiya'nın tavsiyeleriyle grafik üzerine çalışmaya başlamış. Grafik bölümünden mezun olduktan sonra İtalya'ya gitmiş. 1922 ispanya'ya gitmiş ve birkaç yıl sonra İtalya'ya tekrar dönmüş. 1924 de Jette Umiker ile hayatının birleştirmiş ve Roma'da yaşamışlar. 1935 de yükselen faşizm yüzünden ailesi ile birlikte İsviçre'ye yerleşmiş. İsviçre'yi başlarda sevmemiş, burada uzun Akdeniz gezilerine çıkmış ve bu geziler Esher'in eserlerini etkilemiş. 1937 de birkaç eserini kardeşi Bernard' a gösterince Bernard onu Matematiğe yönlendirmiş. Simetri üzerinde çok çalışma yapmış. 1937 yılının sonlarına doğru Belçika'ya 1941 Alman işgalinden sonrada ailesi ile beraber Hollanda'ya kaçmak zorunda kalmış
   Sonraki yıllarda ünlü eserlerini çizmiş.1950 yıllarının ortalarında sonsuzluğun 2 boyutlu bir düzlemde tasvirini gerçekleştirmiş.1958 yılında tanıştığı Coxeter çalışmalarının bir çoğunda ilham kaynağı olmuş ve büyük bir ün kazanmış....Coxeter ile ömür boyu bir arkadaşlıkları olmuş.
     Esher 2 boyutlu ve 3 boyutlu öğeleri aynı anda içeren birçok çalışmaya imza atmış
1972 yılında hayatının kaybetmiş..

      Artık ayrılma vakti güzergah Amsterdam................