Translate

8 Nisan 2016 Cuma

2. gün Floransa - Siena

2. Temmuz. 2015

Sabah erkenden uyandık. Çok heyecanlıydık. Floransa'yı gezeceğiz.... Kahvaltı için kahvaltı salonuna çıkalım dedik. Salonu yani küçük bir oda en üst katta ama kimsecikler yoktu. Herkes uyuyordu diyerek biraz vakit geçsin diye bizde otelin bahçesini ve yandaki 16.yy dan kalma binayı gezelim dedik.















   Ve kahvaltıya çıktık...hala kimse yoktu bizde mutfağa girip kahve yaptık tam o sırada bir bayan geldi. Otel sahibiniN karısıydı sanırım ...neyse bize kahvaltı verdi. Sonra ödeme yapıp otelden ayrıldık.

    Önce Floransa'nın merkezine indik köprüden geçerek arabayı park edecek bir yer bulduk. Arabayı Saint Nicolas kulesinin yanında bulunan park alanına park ettik. Burada yer bulduğumuza çok sevindik, çünkü yer bulmak epey zor. Arabayı park ettiğimizde gölge bir yerdi ama geri döndüğümüzde sıcaktan arabaya oturamıyorduk bile.
 Ve yürüyerek Floransa turumuza başladık.
   Floransa Kuzey İtalya'nın Toskana bölgesinin başkenti olarak bilinir. İtalya krallığında da kısa bir dönem başkent olan Floransa Arno nehri etrafına kurulmuş muhteşem bir tarihe ev sahipliği yapmaktadır. Gezerken gerçekten tarih, sanat ve kültürü bir arada iliklerinize kadar hissediyordunuz.





  Arno nehrini geçerek Piazza della Signoria meydanına doğru ilerledik. Buradan Ponte Vecchio Köprüsü'de görünüyordu. Biz bulunduğumuz yerden o bölgeye doğru yani Floransa'nın kalbine gidiyoruz.
  Floransa'da gezilecek tarihi noktaların neredeyse hemen hepsi kent merkezinde ve birbirlerine yürüyüş mesafesinde bulunuyor.
 Rönesans'ın doğduğu topraklar olarak da tarihe geçen bu şehirde gezerken büyük bir zevk
alıyorsunuz.





 Floransa'nın görülmesi gereken yerleri arasında bence en önelisi Signoria Meydanı (Senyörler). Bu meydana geldiğinizde Palazzo Vecchio, Uffizi Müzesi, Uguccioni, Loggia de Lanz ve yanıbaşındaki Ponte Vecchio Köprüsü'de görebilirsiniz. Hepsi aynı bölgede ve yürüme mesafesinde.



   Meydana Palazzo Vechio -Signoria Sarayının avlusundan geçiyoruz. İçeriye girip müzeyi de 10 euro karşılığında gezebilirsiniz. 
  Bu sarayın avlu kısmını gezmeniz bile bence yeterli. Ama müzede Verrochio'nun 'Putto' ve Giorgio Vasari'nin duvar resimleri yer almaktadır. 
   Vecchio Sarayı(Signoria Sarayı) 14. yy da Floransa'da inşa edilmiş Floransa'nın en önemli tarihsel resmi yapılarından biridir. Arnofa de Cambio tarafından tasarlanan bu yapı bugünkü görünümünü daha çok 17. yy da geçirdiği yenileme çalışmasına borçludur.











   Vecchio Sarayı'nın birçok kısmını ücretsiz gezebiliyorsunuz. Ama önemli Rönesans resimleri de dediğim gibi sarayın içinde yer almaktadır.
   Sarayın avlusundan çıkınca Signoria meydanına çıkıyorsunuz. Sarayın hemen girişinde sağlı sollu iki büyük heykelle karşılaşıyorsunuz. Bunlardan biri dünyanın en ünlü çıplak erkeği olan Michelangelo'nun ünlü Davud heykeli diğeride Bandinelli' nin fiziksel gücün temsilcisi kabul edilen yarı tanrı Hercules ve Cacus heykelidir.



   Gördüğünüz heykel Michelangelo'nun 1501 yılında başlayıp 1504 yılında tamamladığı Davud heykelinin bir kopyasıdır. Aslında eskiden burada bulunan özgün yapılmış yapıt şimdi Floransa Akademisinde sergilenmektedir. Ama 400 yıl boyunca burada da sergilenmiş
  

   Davud heykeli Rönesans heykel sanatının başyapıtı olarak da kabul edilmektedir. 5,17 metre yüksekliğindeki eser Davud'un Golyat'a saldırmaya karar verdiği anı simgelemektedir.
   Floransa’nın simgesi haline gelen heykelin hikayeside şöyle; Tevrat’ta geçen çoban Davud’un, iri bir savaşçı olan Golyat’a (Goliath) saldırmaya karar verdiği anı canlandırdığı söyleniyor. Bu düello sonucunda gelecekteki İsrail Krallığı’nın hükümdarı Davut, sapanının da yardımıyla dev Golyat’ı yenmiştir.



  Eserin dünya çapında bire bir boyutta kopyaları bulunmaktadır. Ayrıca eserin insan vücuduyla birebir yapıldığı hatta Davud'un sanki içinden fırlayacağı şekilde yapıldığı iddia ediliyor.




   Bu heykelde Baccio Bandinelli'nin 1534 yılında yaptığı '' Herakles ile Cacus '' adlı heykeli.Yaklaşık 5 metre uzunluğundaki Cacus adlı antik dönem canavarını öldüren Herkül heykeli oldukça ilginçtir.













   Sarayın Signoria Meydanı'na bakan terasının hemen altında Donetello'nun Yudit ve Holfernes'in 1456 yıllarında yaptığı heykel bulunmaktadır.

 Yudit ve Holofernesin hikayesi şöyle; Yahudi dul bir kadın olan Yudit'in yaşadığı şehri Bethlulya'yı Asurlu bir general olan Holferne ele geçirmek istemektedir. Yudit Asurluları yenilgiye uğratmak için bir plan yapar ve hizmetkar kılığına girerek düşman kampına girer. Holfernes'e şehri ele geçirmek için bir planı olduğunu söyleyerek ona yaklaşır ve güzelliği ile onu etkiler. Bir akşam yemeğinde de onu sarhoş ederek Asurlu generalin kafasını keser. 






   Sarayın çıkışının hemen solunda Loggia dei lanzi bulunmakta. Loggia dei lanzi üstü kapalı bir platformda inşa edilen bir yapı. 14 yy. da şehir yetkililerinin törenleri buradan izlendiği bilinir. 18 yy'dan beri açık hava heykel müzesi olarak bazı Rönesans döneminin heykel örneklerini sergilemektedir.










 Bu heykellerin en ünlü olanlarından biri Medusa'nın kellesini elinde tutan Perseus'un bronzdan yapılmış heykelidir. Orjinali Academia Müzesinde bulunan bu heykel Benvenuto Cellini tarafından yapılmıştır.

  Medusa güzelliği ile tanrıçaları bile kıskandıran, tanrılarında peşinden koşmasına neden olan bir genç kızdır. Denizler Tanrısı Poseidon da Medusa’ya aşıktır. Poseidon bir gün Athena’nın tapınağında Medusa’ya zorla sahip olur. Athena bu durumu kıskandığı için gurur kırıcı bulur ve Medusa'nın saçlarını yılana çevirir ve bundan sonrada Medusa’ya bakanlar taş kesilir. Buna rağmen Athena'ya bu ceza da yetmez ve Perseus’la anlaşarak Medusa’nın başını kestirir. Başı kesildiği anda Medusa’nın Poseidon’dan olma çocukları Pegasus ve Chrysar gövdesinden dışarı fırlarlar. Medusa’dan sıçrayan kan damlaları Libya çöllerine düşer ve birer yılana dönüşürler. Perseus, Medusa’nın kesik kafasını alır gider. Athena ise Medusa’nın derisini yüzüp Aegis’in markası yapar. İki damla kanını kral Erichthonius’a hediye eder. Bu iki damla kandan biri öldürücü zehirdir, diğeri ise panzehirdir; tüm hastalıklara şifa olmaktadır.






   Diğer ünlü bir heykelde Giovanni Bologna'nın 1582 yılında mermerden yapmış olduğu Roma'nın kurtuluşu esnasında Romalıların evlenmek üzere bir festival esnasında Sabineli kadınların kaçırılmasını konu alan ''Sabin Kadınların Kaçırılışı' adlı heykel.
  Bu eserinde orjinali de Academia Müzesinde bulunmaktadır.
  Eser Roma'da barok tarzın en önemli temsilcilerinde Pitro De Cortona'ya ilham olmuş ve aynı tema ile igili resimler yapmıştır.

 Sabinler Roma'nın kuzeyinde yaşayan bir halk. Sabinler Romayı kuşatır ve bir savaş başlar. Savaşın ortasında sabin kadınları ortaya atılarak savaşın 
bitmesini isterler, bunun üzerine savaş

sona erer.













Sabineli kadın heykeli
Bu heykelde şehrin sahibi olan Medici ailesinin bağışladığı herkul ve kentaurosun heykeli






Polyxena'nın kaçırılması heykeli

 

 Truva şehrinin son kralı olan Priamos'un kızı Polyksena, efsaneye göre onu seven Akhilleus'un oğlu tarafından kaçırılır. 
Akhilleus Troya'lılarla görüşmeye gittiğinde, Troyalılar tarafından öldürülür. Akhilleus'un oğlu Neoptolemos da  babasının mezarı başında kızın kafasının kesmek için onu kaçırır. 

   Heykel Neoptolemos'un Polyksena'yı kraliçe Hekabe'nin kolları arasından zorla alınışını betimlemektedir.



Bu heykelde Patros'u tutan Yunan kahramanı Menalaüs'ün heykeli


Menalaus'un heykeli


  Şimdi Loggia dei lanz'in karşısında bulunan meydanın tam ortasındaki Medici ailesinden birine ait heykele doğru yürüyoruz.



  Meydanın orta yerinde yine Giambologna’ya(Giovanni Bologna) ait olan Cosimo Medici'nin heykeli yer alıyor. Döneminde siyasi ve ekonomik anlamda adeta dev olan Medici ailesinin bir üyesi olan Cosimo sayesinde sanat canlanmış ve Rönesans çağı başlamış.



     Medici ailesi kökleri 12 yy sonlarına denk gelen bankacılık ve ticaret sayesinde zengin olan, 13. yy'da da siyasetle ilgilenen Floransa'nın en etkili ailesidir. 14. yy da zenginlikleri daha da güçlenmiş bu ailenin sanat ve edebiyata düşkünlüğü varlıklarının büyük bir kısmını bu alanda harcamalarından görülüyor. Floransa'da büyük bir kütüphane açan Medici ailesi sanatçıları her zaman maddi ve manevi yönden desteklemişlerdir. Ciddi bir sanat kolleksiyonuna sahip olan aile tüm eserlerin Floransa'da kalması şartıyla o dönemin düküne devretmişlerdir.  Ailenin son ferdi olan Anna Maria Luisa de Medici'nin eserlerinin Floransa da kalması yönündeki etkisi büyüktür. Kısaca Floransa'nın bugünkü duruma gelmesi Medici ailesi tarafından olduğu kuşkusuz.

  Senyörler Meydanında ki diğer önemli eser ise sarayın hemen bitiminde Neptün Çeşmesi ve Neptün heykeli bulunmaktadır. 16. yüzyılda Bartolomeo Ammannati ve öğrencileri tarafından inşa edilen havuzun ortasında deniz tanrısı Neptün heykeli bulunuyor. Neptün heykelinin yanında da mermerden yapılmış atlar, tanrılar ve deniz kızları bulunmakta.      
   Bu eser için Michelangelo eserin yaratıcısı Ammanati'ye yazık ettik güzelim mermer parçasına diyerek atıfta da bulunmuştur.








   Bu doyumsuz eserlerin olduğu meydandan ayrılarak başka bir meydana geçiyoruz. Veee Dumo Katedralinin bulunduğu Piazza del Duomo.

Dumo Katedrali, Floransa'nın en büyük mimarisi
      Floransa'nın sembolü olan ve şehrin görünümünde bu görüntü oldukça belirleyici bir yer kaplıyor. 13.yüzyılda yapılan bu şaheser sanat eseri ilk olarak Arnolfo di Cambio ile başlıyor. Daha sonra 1333-1337 yıllarında Giotta devralıyor ve çan kulesinin inşasına başlıyor.1357 yılından sonrada Francesco Talenti ve Giovanni di Lapo Ghini inşaatı tamamlıyor.
 1412 yılında katedralin biten kısımları Santa Maria del Fiore olarak tanımlanıp bitmeden açılış yapılyor. 
1420-1436 yılları arasında mimar Filippo Brunelleschi  bir yarışma kazandıktan sonra büyük kubbeyi bitiriyor ve 25 mart 1436 yılında Papa IV. Eugenius tarafından kutsanarak resmen ibadethaneye açılıyor(Vikipedi)

  Katedralin bulunduğu meydan katedralden dolayı Duomo adıyla anılıyor. Cattedrale di Santa Maria del Fiore yani Çiçeklerin azizesi Meryem kilisesi.


  Bu kuleye çıkabilirsiniz, biz çıkmadık çünkü kuyruk vardı ve havada epey bir sıcak olmuştu ama şimdi keşke çıksaydım diyorum. Neyse Floransa'ya tekrar gelmek için bir neden...


   Duomo'nun dışı güçlü süslemelerle dolu. Gotik mimariye sahip farklı olarak süslemeler yeşil pembe tonlarında, vitray, bronz heykeller, mozaikler......bak bak bitmiyor.  Bununla beraber yanındaki çan kulesi ''campinello'' da en az kilise kadar süslü. 

   
   Çan kulesi Giotta isimli bir mimar ressam tarafından yapılmıştır. Bu yüzden kulenin adı da Giotti Kulesi olarak anılır. Bu arada Giotta tarihte düz fotoğraf gibi resimli kabartmalardan üç boyutlu kabartmalara geçen ilk sanatçıdır. 


  Katedral 140 yılda bitirilmiş. Binayı seyretmekten boynumuz tutuldu. Gerçekten muhteşem bir eser.
   Medici ailesi olmasaymış buradaki ressamlar heykeltraşlar mimarlar eserlerini tanıtamadan ölüp gideceklermiş, Floransa'yı Floransa yapan bu aile keşke Türk olsaymış diye de insan içinden geçirmiyor değil yani.


  O kadar büyük ki kadraja sığmıyor. Katedralin üzerindeki renkli süslemeler doğaya göndermelerde bulunuyor. 

   
1367 yılından sonra Francesco Talenti tarafından yapımına devam edilen katedralde dev kubbe inşa edilirken bugünkü görünümüne kavuşturan Flippo Brunelleschi olmuştur.

   
    Flippo Brunelleschi 1420-1436 yılları arasında yaptığı bu kubbe 42 m lik bir açıklığı örten
strüktür bakımından sekiz dilimli bir manastır tonozu sayılabilir. Sekizgen biçimindeki bu manastır Rönesans tarihinin ilk önemli mimarlık ürünlerinden biridir.


   Tepesindeki aydınlık feneri ile Floransa şehrini belirleyen bu kubbe Rönesans şehirlerinin benzer kubbelerinin de ilk örneğidir..






       
   Duomo’dan sonra hemen yanındaki Vaftizhane uğranılması gereken ikinci önemli duraktır. Meydanın diğer yanında olan bu önemli yapı Aziz Giovanni Baptisteri adı ile anılan şehrin ünlü vaftizhanesidir.



   Vaftizhane’nin en önemli kısmı ise yapılan Floransa’nın vebadan kurtuluşunu kutlamak adına düzenlenen yarışmada Donatello ve Brunelleschi’yi geçen Ghiberti’nin, Cennetin Kapısı olarak bilinen kapılarıdır. 
   Yaklaşık beş metre yüksekliğindeki bronz kapıları 20 yılda yapan Lorenzo Ghiberti kapılardan birisi Hz. Yusuf’un, diğeri ise Hz. İsa’nın hayatını anlatan figürlerle kaplamıştır. 
  Ghiberti üzerlerinde kutsal kitaptan figürlerin bulunduğu on panoyla öylesine kaliteli şekilde süslenmiş ki, Giorgio Vasari kapılar için "Her yönden inkar edilemeyecek kadar kusursuz ve şimdiye kadar yapılmış en muhteşem sanat eseri," demiş,  Michelangelo' da, kapılara çok uygun düşen bir isim vermiş, onlara Cennetin Kapıları demiştir 

  Orijinalleri için Museo dell'Opera del Doumo'ya gitmek gerekiyor.









   Museo dell’Opera del Duomo, Floransa’nın en önemli müzelerinden biri. Resimde gördüğünüz meydanın köşesinde yer alan müze içerisinde eşsiz sanat eserleri ile dolu burayı da gezebilirsiniz. Ayrıca Uffizi galerisini ve Academia Müzesini'de önceden internetten bilet alarak bir ücret karşılığı gezebilirsiniz. Bunlar içinde önceden program yapmak şart ama bir hafta kadar Floransa'da kalacaksanız problem değil. Naçizane tavsiye.   Ve yorulduk ne yalan söyleyeyim başım döndü. Bu kadar sanat eserinden başımı kaldıramadım, fazla geldi. Biraz oturup dinlendik daha çok gezeceğiz....


  Artık gitme vakti geldi programımızı yapıp yola koyulduk şimdiki durak Floransa'nın Arno nehri üzerindeki en eski ve en ünlü köprüsü Ponte Vecchio yani Eski köprü.






 Floransanın altı köprüsünden biri olana Ponte Vecchio, Uffizi ve Medici Sarayını da birbirine bağlıyor.




   1345 yılında inşa edilen köprü II. Dünya Savaşı sırasında şehrin yıkılmadan ayakta kalan tek köprüsü olma özelliğine de sahiptir. Söylentilere göre Hitler'in emri ile dokunulmamış. Ama zaten köprüye giden tüm yollar kapalı imiş.



1966 yılında da Arno nehrinin taşması üzerine tekrar zarar görmüştür.




   İlk kez Etrüskler tarafından inşa edilmiş bu üç kemerli köprü 14. yüzyılda tekrar yapılmıştır. Köprünün bir benzeri daha yok. Öyle ki  köprüyü sürekli fotoğraflamak geliyor insanın içinden.







 1593 yılında Medici ailesi gelen kötü kokular yüzünden ve birazda köprünün prestijini artırmak için köprüde 1442 den beri bulunan kasaplardan, tabakhanelerden, demir atölyelerinden arındırarak bir kooparatif kurmuşlar ve buralara altın işlemeleri satan kuyumcular ve mücevheratçılar doldurtmuşlar. 





Köprünün en büyük özelliği deminde bahsettiğim gibi kenarlarındaki kuyumcular.


  Gün içinde oldukça hareketli olan bu köprünün üzerinde gezmek ve alışveriş yapmak oldukça zevkli. Adeta bir ortaçağ şehrinde alışveriş yapıyormuşsunuz hissi veriyor. 









  Köprünün tam ortasında 1500-1571 yılları arasında yaşamış olan heykeltraş, ressam, altın tüccarı, asker ve müzisyen olan Benvenuto Cellinin büstü bulunmakta.



  Benyenuto Cellini bugün bile dünyada takdir edilen eserleri bulunan 16. yüzyıl kuyumcu sanatçısıdır. Çok sıra dışı bir yaşam hikayesi olan Cellini, Zeus'un boyunda dökülmüş gümüş heykeli ile Perseus heykelinin yaratıcısıdır.


Ve köprüyü geçerek Arno nehrinin karşı kıyısına geçtik.



  Epey bir acıkmıştık, bir markete girerek sandviç ve içecek aldık. Şimdiki durağımız Boboli Bahçeleri (Giardino Di Bobolı). Oraya doğru giderken oturacak bir yer bulursak karnımızı da doyuracaktık. Önce arabayı alıp öyle çıkalım dedik çünkü epey bir çıkmamız gerekiyordu. Bu sıcakta da yürümek akıl karı değil diye düşündük ve biz yürüdük.......

   Merdivenler çıktık yokuş yürüdük ve çoooook sıcaktı. Hep yokuş hep yokuş inanılmaz yoruldum. Ama şimdi düşünüyorum ve size de tavsiye ederim öyle güzel sokaklardan geçiyorsunuz ki Floransa'nın ruhunu sanki içinizde hissediyorsunuz. Bence şehirleri tanımak yürüyerek gezmekten geçiyor, tabi fotoğrafta çekmek lazım...












   Sonunda en tepeye ulaştık, ulaştığımızda ağaçlar içinde muazzam Belvedere Kalesi (Forte Belvedere) karşımızdaydı, hemen yanında da Boboli Bahçeleri.
    Kaleyi gezmek için girdik. Kalede insan motifli açık hava heykel sergisi de vardı. Bir taşla iki kuş vurduk. Sadece 40 derece öğle sıcağında gezmek çok zordu ama değdi doğrusu



   Floransa'nın en eski kalesi olan Forte di Belvedere Toskana grandükü I. Ferdinand tarafından 1590-1595 yılları arasında yaptırılmıştır. 



  Kale 1600 yılındaki veba salgınında grandüke misafirlik yapmış. Ayrıca bina yıllar boyunca askeri amaçlarla kullanılmış.
  19. yüzyılda kamuya açılmış ve tekrar 20.yüzyılda uzunca bir süre kapalı kalmıştır. Son yıllarda kaleden iki kişi düşünce tekrar kamuya kapatılmış neyse ki biz geldiğimizde açıktı. 



  Belvedere Arno nehri kıyısında Pitti sarayı ile Boboli bahçelerinin bittiği yerde bulunuyor ve size eşsiz bir Floransa şehrinin manzarasını sunuyor. Bence Michelangelo tepesinin manzarasından daha iyi

 Planları Bernardo Buontalenti tarafından yapılan kalenin amacı Floransa'yı korumak olduğu kadar, Medici Hanedanının egemenliğini ve gücünü de gösterebilmekti.

  Bulunduğumuz yerin tam altında Boboli Bahçeleri olduğundan yukarıdan orayı da azıcık görmüş olduk.


      Bina bazı dönemlerde sergi amaçlı kullanılıyor. Biz şanslı olduğumuzdan human sergisini gezme imkanı bulduk. Şimdi sergiden birkaç heykel .........
































Ve çok yorulduk.... Resmen piştim



  Çok ama çok yoruldum. Vallaha ben ne yalan söyleyeyim ben insanım yorulurum, eşimde tık yok ???????






  Ve çıktık farkettik ki hiç birşey yememişiz, insan bu sıcakta acıkmıyor. Çıktığımız yoldan arabanın bulunduğu istikamete doğru yürüyelim dedik ama ters gitmişiz, tekrar geri döndük yürürken bir şeyler atıştırdık tekrar Belvedere kalesinin surların yanındaki yoldan yürüdük bir saat kadar yürümüşüz. Bu arada Boboli Bahçeleri ve Pitti Sarayı yalan oldu ama zaten uzaktan görmüştük....










   Buradan sonra arabamıza geldik. Araba pişmişti adeta şimdiki rotamız Chianti de bulunan Badia a coltibuono manastırı.
   Muhteşem yeşilliklerin ortasından yüksek bir tepeye çıkıyorsunuz. Geldiğiniz yer daha serin ve en az yolları kadar muhteşem. Sessiz ve çok huzur verici bir yer. Bu bölge kendi adıyla anılan ve markalaşan şarap üretim merkezi olduğu için her yer üzüm bağı ve yeşil. Geldiğimiz manastırda böyle bir yeşilliğin ortasında Benedit ailesinden kalma Chiantinin ilk şarap üretim merkezi.Cennetten bir köşe diyebiliriz.












   Burası çok fazla huzur dolu bir yer diyerek Siena'ya doğru yola çıkmak için arabamıza gittik.
   Siena' ya uğramadan önce araştırmalarım sonucu yol üzerinde Sammezzano kalesi var. Amacımız buraya uğramak. Burası İtalya'nın özerk bölgelerinden Toskana'da bulunan Leccio bölgesinde yer alıyor. Leccio'ya geldik kaleyi de uzaktan gördük navigasyona uyarak ıssız ormanda çıktıkta çıktık .İn yok cin yok ayrıca yollar bir felaket sonunda tepeye ulaştık ama hala ormandayız. Arabayı park ettik buradan yürüyerek çıkacağız diye birde ne görelim tellerle kapatılmış giriş yasak diye ööööyle bakakaldık. Ellerimiz boş olarak geri indik ve epey geç kaldığımız Siena'ya doğru yola koyulduk.
    Bugün 2 temmuz olduğu için Siena'da Palio adı verilen geleneksel bir at yarışı var.         16 Ağustos ta gerçekleştirdikleri bu yarış 1650 yılından beri yapılıyor.
  Bizim bu tarihte burada olmamız çok büyük bir şanstı ama ne yazık ki yarışı seyredemedik çünkü Siena şehrine girdik girmesine ama arabayı park edecek bir yer bulamadık, o kadar kalabalıktı ki. Çevre kasabalardan herkes buraya geliyor, hatta başka ülkelerden de sırf bu yarışı izlemeye geliyorlar. 
   Bu yarışta her bir at ve binicisi Contrada adı verilen 17 komşu şehrin birini temsil ediyor. Yuvarlak bir meydanda ki bu Siena'nın merkezi De Campo meydanı halk oraya toplanıyor ve atın 3 kez dönmesini bekliyor kim önce gelirse o semt birinci oluyor. 
Dünyanın 10 ilginç festivalinden biri kabul edilen IL Siena, Antik Roma'dan kalma,14. yüzyılda boğa yarışlarının yasaklanması sonucu ortaya çıkmıştır. 
   Bu yarışta her şehir kendi tarafının bayrakları ile geliyor ve o takımı tutuyor. Örneğin farklı iki şehrin gençleri evlense bile yarış esnasında kendi şehirlerinin tarafına geçiyor. Bu yarışlar boyunca komşu kasabalarda, semtin renklerini ve simgelerini temsil eden Kartal, salyangoz, baykuş, zürafa, kirpi, dişi kurt, tekboynuz.....gibi bayrakları görebilirsiniz.    Caddelere, pencerelere dükkanlara bu bayraklardan asılıyor. Ayrıca binicide ve atında da bu bayraklardan var. Yarış zamanı meydanı gören evlerin balkonları yüksek ücretle kiralanıyor.

Bu tabiki internetten aldığım bir resim
  Siena kasabası Toskana bölgesinde bir ortaçağ kasabası. Floransa'dan buraya 2 saatte gelebiliyorsunuz. Şehre belli bir yere kadar girebiliyorsunuz şehirde araba kullanmak yasak.
Şehir Unesco Dünya Mirasları Listesinde.

    Çok hızlı bir şekilde şehre yürüdük, koştuk adeta. Şehirde büyük bir sessizlik vardı, arada bir çığlıklar geliyordu. Birden çok büyük sevinç çığlıkları olmaya başladı o tarafa doğru koştuk, bir grup sevinç içinde bağırıyordu biz de onlara katıldık tabi. Yarış bitmişti. Biz daha yukarıdan öğrendik bazı yerlere dev televizyonlar kurmuşlardı.
   Merkeze doğru inmeye başladık. Sessiz olan ortaçağdan kalma o muhteşem sokaklar birden sevinç çığlıkları atan bir kalabalıkla doluverdi o kadar ki artık yürüyemiyorduk, kalabalıktan dolayı bizde durduk. 5 dakika kadar sonra birinci olan takım atı ve binicisi sokağa girdi, inanılmaz bir karşılama. Bir müddet onları seyrettikten sonra yarışın olduğu yere doğru gittik merkezi gezdik sonra şehri gezerek bir yere gidip oturduk, heyecandan kendimize otel bakmamıştık daha....
  Wifi çeken bir yer aradık , bookingden bir otel ayarladık ama Siena'da değildi çünkü her yer dolu, yol üstündeydi, tekrar şehri gezerek arabaya gittik yarım saat kadar sonra yol üzerindeki otelimize geldik.Otelimiz Hotel 1000 Miglia. Saat gece 11 olmuştu. Otele yerleştik ve hemen uyuduk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder