Translate

25 Aralık 2015 Cuma

Basel, Rhine Falls, Luzern, Flueli

7. Gün  (7.07.2014)


   Güzel bir kahvaltıdan sonra Basel şehrini gezmek üzere tekrar Almanya'nın sınır komşusu ve İsviçre'nin en büyük 3. şehri Basel’e geçtik. Amacımız buradaki Jüdisches Museum der Schweiz gezmek. 
    Burası Basel'in giriş kapısı Spalentor(Basel entry Gate) . 
Bu kapıdan geçerek şehre giriyorsunuz. Amacımız şehri gezerek Yahudi müzesine gitmek.

    Müze 2011 yılında açılmış Yahudilerin Almanya’ da ki 2 bin yıllık geçmişlerine ait çeşitli bilgi ve belgelerin sergilendiği bir müze. Tarihsel ve kültürel pek çok şeyi görme imkanınızın olacağı müze, aynı zamanda mimari açıdan da harika bir görünüme sahip olduğundan çok merak etmiştik. Bu yüzden Basel’ e geri dönmüştük ama müzeyi bir türlü bulamadık, bir çok kişiye müzeyi sorduk ama doğru dürüst bir cevap alamadık. Sonunda oldukça iyi bir İngilizcesi olan bir taksi şoförü bize yolu tarif etti, bizde arabayı park ettik ve müzeyi aramaya koyulduk, uzun bir aramadan sonra nihayet müzeyi bulduk. Fakat müze saat 14:00 de açılıyormuş, üstelik bir iş yerinin bodrum katında pek de öyle bir mimari yapısı yoktu, zaten biz de bekleyemedik çünkü programımıza göre Rhine'e gidecektik ve oldukça da geç kalmıştık, bu müze arayışının tek güzel yanı Basel'i yürüyerek gezmek oldu. Tekrar arabaya döndük ve Basel’ i terk ettik. Aşağıdaki fotoğraflar müzeyi arayışımız ve Basel şehrinden birkaç fotoğraf…..









     Basel’den çıktık, bu arada hatırlatmakta yarar var İsviçre’ye girdiğinizde arabanıza otoban pulu almanız gerekiyor, 1 yıllık otoban 30 euro, bizde bu pula 1, 2 günlük kullanım için maalesef ödeme yaptık ve tabi ki ön cama yapıştırdık bunu yapmak gerekiyor. 

      Veeeee Avrupa’nın en büyük şelalesi olan Rhine Falls'a  doğru arabayı sürdük. Ren Şelalesi(Rhine Falls), İsviçre'nin Schaffhausen kantonunda Neuhausen bilgesinde yer alan Avrupa'nın en büyük şelalesidir. 150 metre genişliğinde ve 23 metre yüksekliğindeki şelale Ren, bir doğa harikası olup Rhone ve İnn nehirlerini besliyor.

     Rhine Falls’e vardığımızda arabayı park yerine park ettik, o sırada bir çift orayı terk ediyordu bize park biletlerini verdiler böylece otoparkı bedavaya getirdik, daha sonra bu yöntemi bizde başkalarına uyguladık. Bu arada girişlerden birindeki otopark ücretli olduğu gibi ücretsiz otoparkı da var ama navigasyon cihazı sizi paralı otoparka götürüyor. Rhine Falls'a giriş ise ücretsiz. Yürümek için uzun ve güzel bir parkuru var. Suyun çağladığı yerde, yakından bakayım derseniz motorlara binerek oraya gidiyorsunuz yada yürüyüşü tercih ediyorsunuz , yürüyerek giderseniz bilet alıp balkonlara iniyorsunuz. 13 euro (2 kişi) karşılığında motora binerseniz birkaç seçeneği var birini tercih ediyorsunuz. Suyun o coşkun akışını görmek istiyorsanız mutlaka balkona çıkmanızı tavsiye ederim. Şimdi sizi şelaleyle baş başa bırakıyorum 
































   Motor sizi karşı tarafa geçiriyor oradan çağlayana dokunacakmış kadar yakın mesafeden görebileceğiniz bir balkon yapmışlar, oradan izleyebiliyorsunuz ayrıca asansör ile yukarı çıkarak yukarıdan da manzarayı seyredebiliyorsunuz. Asansörden indikten sonra Schloss Laufen’den içeri giriş yapıyorsunuz burası bir ortaçağ kasabası burada gezerek bir şeyler yiyip içebilirsiniz daha sonra yürüyerek inmeyi tercih ettik çünkü küçük mağaralardan geçerek neredeyse şelaleye dokunacak mesafelerden şelaleyi seyredebiliyorsunuz. Ayrıca şelalenin tam ortasında bir de küçük bir tepe var motorla oraya da geçebilirsiniz , gezdikten sonra motor tekrar sizi alıyor. Ama biz orayı bulunduğumuz yerden fotoğrafladık ve seyrettik.





    Ve geri dönüş ...... Muhteşemdi kesinlikle tavsiye olunur. 



Schloss Laufen için bu siteyi gezebilirsiniz
Rhine Falls için bu filmi seyredebilirsiniz

https://www.youtube.com/watch?v=1AkHWevJd0A

    Bu  güzel geziden sonra arabamıza binip Luzern'e doğru yola çıktık. 
Yollar Almanya'daki gibi yemyeşildi...























     Luzern’e akşam 6 gibi vardık. Şehre girişte daha ne kadar güzel olduğunun fark ediyorsunuz. Arabayı Şapel Köprüsü'nün tam karşısındaki yola park ettik ve doğru köprüye gittik, gerçekten muazzam.

                             Bu resim internetten alındı köprünün yukarıdan görünümü. 

   Kapellbrücke (Şapel Köprüsü) Reuss nehri üzerinde yer alan 203 metre uzunluğunda bir köprü. Şehre girer girmez karşınıza çıkıyor. Avrupa`nın en eski tahta köprüsü olup Reuss Nehri üzerinde inşa edilmiş. 1993' teki bir yangında büyük hasar görmesine rağmen 1994 te restore edilmiş.

  1333 yılında Luzern şehrini savunmak amacıyla yapılmış olan köprü 17. y.y'da çizilen Luzern'ın tarihini anlatan tablolarla şekillenmiş. Köprünün tavanında 100 adet orjinal yağlı boya resim var. 1993 yılında meydana gelen yangın ile tabloların büyük çoğunluğunun yanmasına rağmen tekrar yapılmıştır. Köprünün çevresi de rengarenk sardunyalarla bezenmiş.Birde su kulesi bulunmakta bu da zaman içinde hapishane ve arşiv odası olarak kullanılmış. Muhteşem romantik ve nostaljik bir görüntü. Kesinlikle görülmeye değer, tabi ki de boydan boya yürümek ayrı bir zevk.












    Köprüden sonra biraz şehri gezdik bir Mc Donald’s bularak kendimize bir otel armaya başladık. Sonunda bir otel beğendik oldukça da uygun geldi. Otelin görüntüsü de şahane idi Bu otel Flüeli'deki Jugendstil-Hotel Paxmontana. Biz öylesine bir otel diye ayırdık ama bu otel aslında Papa'nın da gittiği çok ünlü bir otelmiş. Zaten otele giderken bir yamaca  doğru epey bir çıkıyorsunuz, çıkarken her iki tarafında yemyeşil çayırlar uzanırken üzerinde çok düzgün olan birkaç kulübe görüyorsunuz.Yol ince ve kıvrıla kıvrıla gidiyor. İnanılmazdı böyle bir manzara ancak filmler de görülür. Hatta Heide çizgi filmini seyredenler bilir, sanki oradaymış hissini veriyordu. Bu siteyi kontrol edebilirsiniz 
http://www.paxmontana.ch/





     Otele vardığımızda bizi buz gibi suratlı bir İsviçreli kız karşıladı. Bizim kalacağımız yer Gasthause Paxmontana olan otellermiş meğerse. Bu otelde kalmak istersek 35 euro daha fazla ödememiz gerekiyormuş. Bizde diğer otelde kalalım dedik. Bu oteller güzel bir yol ile birbirlerine bağlanıyorlar. Burada epey orta yaş üstü insanlar kalıyor, bir nevi reahabilitasyon merkezi gibi. Kendilerini rehabilite ediyorlar daha çok ruhen rehabilite ediyorlar. Biraz din ağırlıklı kokuyordu. Daha sonradan öğrendim ki, burada tepede bir kilise var,bu kilise Papa tarafından bile ziyaret edilmiş. Buranın oldukça eski bir geçmişi var. Bunları otel odalarına koydukları tanıtım kitapçıklarından öğrendim, Oteli ve yerin tüm geçmişini fotoğraflarla belgelemişler. Açıkçası burası beni biraz kasvete soktu, Gerçi cennet gibi bir yer ama kesinlikle benim yaşamak istemediğim bir cennet.

     Gasthaus Paxmontana, Flüeli-Ranft'ta merkezi bir konumdadır ve Sarner Gölü'nün, Oberwald Dağları'nın ve Melch Vadisi'nin panoramik manzaralarına sahiptir. Orta Çağ'dan kalma Aziz James Yolu üzerinde yapılacak olan doğa yürüyüşleri ve gezi turları için ideal bir yer. Burada kalınca kahvaltı büyük otelde veriliyor aralarında yürüyerek gidebiliyorsunuz üstelik yürüyüş çok zevkli. Biz fazla resim çekemedik çünkü karanlık bastırmıştı, ertesi günde hava yağmurlu olmasaydı çevreyi biraz daha turlayabilirdik, ama kahvaltıdan sonra bu büyülü ve tuhaf yeri terk ettik. 8. gün sabahı çektiğim resimleri de buraya ekledim.




    Şu aşağıdaki patika yola dikkat muhteşem görünüyordu, buralara gelirseniz mutlaka gezi yapmalısınız, umarım yağmurlu ve kapalı bir hava olmaz..


      
      Bu kedicik de bizim otelin dışında bize merhaba demek için oradaydı sanki. 
 Unutmadan söyleyeyim otel aynı anne annemin evi gibi kokuyordu, çok tuhaf bir histi.







      8. gün buluşmak üzere ....



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder