Translate

3 Haziran 2022 Cuma

Lucca, Volterra, San Gimignano

 7. Temmuz 2017

   Lucca İtalya'nın Toskana bölgesinde Ligurya Deniz yakınlarında oldukça verimli bir ovada kurulmuştur. Apuan Alplerinin eteğinde, Serciho Nehri üzerinde bir şehirdir. Oldukça ilginç bir konuma sahiptir.. Şehir Toskana bölgesinin en beğenilenlerinden birisidir. Biz geçen gelişimizde Lucca, Volterra ve San Gimignano şehirlerini gezememiştik. Bu gezimizde onları da görmek güzel olacak.


Arabayı otoparka park edip şehir merkezine doğru yürümeye başladık.








   İlk gördüğümüz eser Aziz Paolino ve Donato Bazilikanesi. (Chiesa dei Santi Paolino e Donato) Rönesans tarzda yapılmış küçük bir kilisedir. Şehrin hamisi olan Antakyalı Aziz Paulinus'a adanmıştır.





Kilisenin fotoğraflarını çektikten sonra dar sokaktan ilerlemeye başladık.





   Sokaklar evleriyle, pencereleri ile kapılarıyla havasıyla kaldırımlarıyla eski zamanları buram buram hissettiriyor size.



  Şimdi Corte S. Lorenzo  9. adresine geldik. Burası Giacomo Puccinin doğduğu ev. İtalya'nın en popüler opera bestecilerinden biri olan Puccini'nin evi. Ev müze haline getirilmiştir. Avlunun ortasında da Puccini'nin heykeli dikilmiştir. Turistlerin en çok görmek istedikleri yerlerden biri. Ne yalan söyleyeyim bende Lucca'ya sırf bu yüzden uğramak istedim. 


   15. yy da yapılan inşaatların tipik örneğini de Puccini'nin evinde görmektesiniz. Müzede Bestekarın Turandot'u bestelediği kuyruklu piyanosu bestecinin şapkası ile ceketi olmak üzere, mektuplar, orjinal kostümler eksizler sergilenmektedir.





  Puccini 22 Aralık 1858 yılında Lucca'da dünyaya gelir. Yedi çocuklu bir ailenin ilk erkek çocuğudur.  İlk müzik eğitimini Fortunato Magi'den alır. Ardından kilisede org çalmaya başlar. 1880-1883 yılına kadar Milano konservatuvarında eğitim görür. Ünlü bir opera bestekar sanatçısı olur ve çok değerli eserler yazar. Hayatı çalkantılar içinde geçer. 1903 yılında bir kaza sonucu topal kalır. 1924 yılında da Brüksel'de de hayata gözlerini yumar.


Evinin önündeki heykeli heykeltraş Vito Tongiani tarafından yapılmıştır. 










  Puccini dışında Alfredo Catalani ve Luigi Boccherini gibi dünya çapında ünlü bestecilerde Lucca şehrinde doğmuştur.


Buradan San Michele meydanına çıkıyoruz


Ve karşımızda San Michele in Foro yani Aziz Micheal Foro Kilisesi tüm heybetiyle duruyor.


Foro Kilisesi antik Roma formu üzerine yeniden inşa edilmiş Roma Katolik Bazilikane kilisesidir.




  Kilisenin adı ilk olarak 795 yıllarında kayıtlı. 1070 yılından sonra Papa II. Aleksander'ın vasiyeti üzerine yeniden inşa edilmiştir. 


  Heykel ve kakmaların pek çoğu 19.yy dan kalmadır. Cephesi ise 13. yy yapılmıştır. Cephenin tepesinde Baş melek Mikail'in 4 metre yüksekliğinde bir heykeli bulunmakta. Bir efsaneye göre de meleğin parmağında kocaman bir elmas yüzük varmış. Hatta pek çok insan bu yüzüğün ışığının görmek için akşam karanlığını beklermiş. Ben de yüzüğü görebilir miyim dedim ama bir şey göremedim.


  
 Kilisenin alt sağ köşesinde Matteo Civitali tarafından 1480 yılında yontulmuş Madonna Salutis Portus heykeli bulunmakta. Heykelin mesajı 1476 vebasının bitimini kutlamak.

   
Yanlız bu heykelin orjinal değilmiş, kopyasıymış.




   Kilise gerçekten muazzam . Dış cephesi carrara mermerinden yapılan yapı Lucca katedralinden daha görkemli. Birde Puccini'nin ilk kez bu kilisede org çaldığını bilmek kiliseye daha ayrı bir anlam katıyor.




Şimdi kilisenin içine girip gezeceğiz

















  12. yy da yeniden tasarlanan kilisenin bulunduğu meydana 1863 yılında Frencesco Burlamacchi'nin heykeli dikilmiş. Heykelin yaratıcısı Ulisse Cambi dir.
Frencesco Burlamacchi 19.yy da Ulusal Direniş öncülerinden biri olarak kabul ediliyor. İtalyan birliği ve onun hatırasına Lucca Foro daki San Michele de bir heykelle onurlandırılmıştır.







   Meydanda kilise ve heykellerin yanı sıra meydana bakan ortaçağ yapılarını görebilirsiniz. Aynı zaman da dinleneceğiz cafeler gezebileceğiniz dükkanlarda mevcut.









  Kilisenin arka tarafındaki bu merdivene bir anlam veremedim. Yukarı çıkmak için dışarıdan yapılmış bir merdiven sanırım.
 
 




    Çan kulesinin önünde bizi birde süpriz bekliyordu. 
 Roberto Martin adlı heykeltraşın 2007 yılında yapmış olduğu ''Sadovasomaso'' eserinin bir parçası sergilenmekteydi









    60' lardan günümüze gelen İtalya'nın çağdaş sanatçıları arasında yerini alan ve dünyaca tanınan  ve heykeltraş Roberto Barni'nin eserleri mum döküm yöntemi ile bronzdan yapılmıştır.






Geri dönüşe geçtik çünkü daha iki önemli Toskano kasabası göreceğiz.





   Karşıda gördüğümüz kule Torre delle Ore . Yani şehrin saat kulesi. Şehrin en uzun kulesi. Üzerindeki saat 14. yy dan kalma. Bugün gördüğünüz saat 1700 yıllarında yapılmış  yeni bir saat ama kulenin üst katında ilk yapılan saatin eski mekanizma parçaları sergilenmekteymiş. 200 basamak çıkarak şehri yukarıdan görebilirsiniz. 


  Ayrıca şehirde görebileceğiniz diğer ünlü kule ise Guinigu kulesi. Biz oraya kadar gitmedik ama gelmişken görülmesi gereken orjinal bir yer diye düşünüyorum. Çünkü tepesinde holm meşe ağaçları var. Bu da kaleyi gezmek için cazip kılıyor. İnternetten aldığım bir fotoğrafla tanıtmak istiyorum

 
 15. yy başlarında Lucca şehrine barışı ve refah dönemi getiren soylu iki aileye buraya karşılıklı iki konak yapıyor birde kule tabi. Case dei Guinigi.
  Şimdilerde evlerden biri Ulusal Müze olmuş. Kuleye tırmanabilirsiniz. Artık bizimki başka geziye kaldı .

  
Biz yavaş yavaş otoparka doğru ilerliyoruz.





   
    Lucca şehri büyüyüp modernleştikçe surların yıllar içinde önemini azalır ve şehir bir cazibe merkezine haline döner. Bence Pizza' şehrini görmeye gelirseniz bu şehre de mutlaka uğrayın derim. Hatta bana göre Pizza dan çok fazlası var.







   Lucca'da gezerken otantik sokaklar sizi farklı alanlara bağlıyor. Bu meydanlardan birisi küçük de olsa "Fountain della Pupporona" olarak bilinen çeşmenin bulunduğu alan. Şehirde bilinen en popüler çeşme San Salvotore alanında bulunmakta.


    1838 ve 1840 yılları arasında Lorenzo Nottolini tarafında inşa edilmiş olan çeşmenin üzerinde  Naiad'ın heykelide bulunmakta .
    Naiad Yunan mitolojisinde tatlı sulara başkanlık eden ve iyileştirici gücü olan perileri temsil etmekte.


 Çeşme demir korkuluklarla çevrili, tabi ben korkulukları aştım.
Lucca da 16. yy ilk yarısında inşa edilen birçok kilise kule bulunmakta. Bunların arasında gezmediğimiz en önemli iki tane daha var onlar şehrin katedrali ve San Frediano Bazilikanesi. Bununla birlikte şehri çevreleyen 4,2 km uzunluğundaki surları da çok ünlü. Ayrıca üzerinde yürüyebilirsiniz.
Gezebileceğiniz yerler arasında Piazza Anfiteatro, 1997 yılında Rönesans eseri ahenkli merdivenleriyle dikkat çeken Plazzo Pfanner - Controni, Puccini gölü manzaralı Massaciuccoli parkı gezilecekler arasında. 
  Lucca çevresinde de gidilecek bazı yerleri araştırdım. Bunlardan bir kaçı  Versilia ve plajları, Apuan Alperi ve Barga ve Garfaganana köyleridir. Eğer Lucca'da kalmak isterseniz çevrede bunları da görebilirsiniz. 
  Şimdi Volterra'ya doğru gidiyoruz. Volterra Toskana'nın tepelerine kurulmuş ve tarihi antik çağlara dayanan ve gerçekten görülmesi gereken bir şehir.


  Şehri saran antik duvarlar hemen fark ediliyor. Eski şehre girmeden hemen önce arabayı park ettik. Hava çok sıcak ama burası tepede olduğu için esiyor.



Pisa iline bağlı kasaba, Roma -Etrüks çağında beri kültürel ve tarihsel gelişmelere sahne olmuştur. 



 Volterra'nın MÖ 8. yy sonundan beri yerleşim yeri olarak var olduğu sanılıyor. Proro Villanovian kültürünün bir Tunç çağı yerleşim yeriymiş. MÖ 4. yy'dan 1. yy'a kadar olan dönemde en yüksek siyasi, ekonomik ve kültürel gelişimine ulaşan Velathri adlı güçlü bir Etrüsk Birliğinin 12 kentinden birisidir. MÖ 3. yy da Roma'nın müttefiki bir kasaba olur. Bu dönemde Volterra önemli bir belediyedir. Ayrıca Romanın 1. yy dan kalma piskoposu ve katolik kilisesinin 2. papası San Lino'nun ve şair Persio Flacco'nun doğum yerleridir.
    Kasaba MS. 5. yy da piskoposluk merkezi olur. Bunu takip eden süreçte Volterra piskoposları şehrin hükümdarları olurlar.



  
 Piskoposluğun gerilemesi ve yerel şap yataklarının keşfi ile Volterra, Floransa Cumhuriyetinin himayesine girer.  Aralarında zaman zaman isyanlar olsa da Floransa bu isyanları bastırmıştır.


  1530'da Floransa Cumhuriyeti düştüğünde, Volterra Medici ailesinin kontrolüne girer ve daha sonrada Toskana Büyük dükalığına bağlanır.
 

  Volterra kasabasına daha girmeden ortaçağdan kalan havasını iliklerimize kadar hissediyoruz.


Çatıların arkasında görünen Duomo katedralinin Vaftizhanesi. Şehir gerçekten tarihten fırlamış gibi. 

 
 Kasaba birçok diziye filme romanlara konu olmuştur. Bunlardan en popüleri Stephenie Meyer'in Alacakaranlık serinde Volterra kasabası önemli bir yer tutmakta. Kitapta vampirlerin yöneticisi olan zengin ve güçlü antik vampirlerin başı olan Volturi'ye nin evi burada olduğu söylenir. Bu dizinin filmlerinin ilgili sahneler ise Montepuciano'da çekilmiştir.
  "Twilight"ın "Yeni ay" dizisinde gizli bir vampir yeraltı şehri olduğu söylenir. Bu yüzden turist akını çok oluyor. 
    Aslında Toskana bölgesinde görülecek çok fazla ortaçağ kasabası olduğunun biliyoruz ve her biride birbirinden güzel aslında ama bazıları popüler olurken bazıları çok adı duyulmamış. İşte böyle bir dizi çek sonra şehrin adı duyuluyor sonrasında gelsin turist gitsin turist😉


  1819 yılında Stendal'ın sevgilisi Kontes Mathilde Dembowska ile ünlü karşılaşma yeri yine Volterra'da geçiyor. Ama bu gerçek bir olay. Konu şöyle Stendal oğullarını görmek için Volterra'ya gelen Mathilda'yı takip eder. Matilda buna çok kızar. Defalarca özür mektubuna rağmen kadın onu affetmeyecek ve sadece belirli çok katı koşullar altında onu tekrar görmeyi kabul edecektir. Stendal  Aşk Üzerine adlı romanında bundan bahseder. 


Eski şehre girdik ama cep telefonum lekelenmiş bazı fotoğraflar çok kötü çıktı



  İlk gördüğümüz yapı Toskana'nın en eski belediye binası Piazza dei Priori. Bulunduğu alan ortaçağa tanıklık etmiş ve etrafınki binalarıyla belediye binası tüm ihtişamı ile karşımızda duruyor.



   Volterra Belediye Binasının inşası 1208 yılında başladı ve 2. bir binanın eklenmesiyle beraber 1257 yılında tamamlandı
 Binanın tam arkasında Volterra Katedrali ve Vaftizhanesi bulunmakta. Buda piskoposluk gücünün yönetimde güç sahibi olduğunun göstermekte.



 Volterra'nın Floransa tarafından ele geçirilmesinde sonra Belediye binasının cephesi valilerinin armaları ve güçlü aslan figürleriyle değiştirilmiş. Belediye binasındaki bu değişim 1472 yılından itibaren de sürekli değişime uğramıştır.


Görünen meydanın adı Volterra'nın ana meydanı ve her türlü etkinliğin yapıldığı Priori meydanıdır.










   Torre del Porcellinı Palazzo Priori'nin bir parçasıdır. Kulenin yaklaşık 12. yy da inşa edildiği varsayılıyor.
Kulenin tepesinde Porcellino-Piglet olarak bilinen birde figür bulunmakta.




 Şehrin sokaklarında geziyoruz. Belediye binasının hemen arkasındaki katedral ve vaftizhaneyi gezmedik bir de hemen bu yol üzerinde Plazzo Viti Sarayı bulunmakta buraları gezebilirsiniz




Kulenin sağından giderseniz katedrali ve 
vaftizhaneyi görüyorsunuz.






Katedralin hemen arkasında Andrea Roggi'nin Tree of Life heykeli sergileniyor. Tabi ki kaçırmadık 





 Arka sokaklardan ilerleyerek Porta dell' Arco 'ya doğru ilerleyeceğiz. Kapının tarihte çok önemli bir yeri var. 














  İşin ilginç yanı ortaçağdan kalma evlerde insanlar yaşıyorlar. Hiç bir doku bozulmamış. Aksine sokakları evleri olabildiğince güzelleştirmişler ve tarihlerini koruyorlar.





Kapı göründü.



    Porta All'Arco 3000 yılı aşan tarihiyle Etrüsklerden kalan en önemli anıtlardan birisidir. Orjinal duvarları yıkılıp 12. yy başlarında tekrar inşa edilmiştir. Bugün gördüğümüz kapı ortaçağ duvarlarının bir parçasıdır.
   1329 yılında üzerine bir kule inşa edilmiş ve bu kule 1540 yılında yıkılmıştır.


   
  Etrüks kapısının tarihte önemli bir yeri daha vardır. Bu da 2. dünya savaşı sırasında gerçekleşmiştir. 30 haziran 1944 yılında Naziler Amerikan tanklarının şehre girmemesi için kapıyı bombalayacaklarını söyleyerek Volterra halkını tehdit eder. Haber Volterra'da halk tarafından çok tepkiyle karşılanır. Bunun üzerine Almalar 48 saat içinde yeni bir kapı inşa ederlerse kapıyı tutmalarına izin veririler. Halk 24 saat içinde çoluk çocuk kadın erkek yeni kapı yaparak yolu açmayı ve kapının içine bir siper inşa etmeyi başarırlar.
   Savaştan sonra İtalya Hükümeti Volterra şehrinin halkına cesaret madalyası verir
2. Dünya savaşı sırasında meydana gelen bu öneli olayı hatırlatan bir plakette kapının yanında asılı durmaktadır


   Porta All'Arco'nın diğer bir adı Arco Etrusco yani Etrüks Kemeridir. Güneye açılan kapı kesme taşlarla örülmüş ve taştan yapılmış 3 tane baş ile süslenmiştir.
Kapı farklı taşlardan ve farklı zamanlarda  yapılmıştır. Örneğin taştan yapılmış kafa heykelleri ve kemer farklı taşlardan yapılmış, kemerin blokları ise Volterra'ya yakın bir taş ocağında çıkarılan kalkerli bir kaya olan ''tufo di Pignano'' taşıdır.


 Taşların ne anlama geldiği bir gizem. Ama en yakın ve kabul edilen varsayım şehri koruyan tanrı olabilir.





Tekrar geldiğimiz yoldan döneceğiz. Etrüks kalıntılarının ve Roma harabelerini göremeyeceğiz







   Çıkarken kapıyı savunan halkın fotoğraflarının sergilendiği bir de dükkan var. Fotoğrafları burada görebilirsiniz









Volterra dan çıkıp şimdi San Gimignano'ya gidiyoruz. 


   Tepelerden aşağıya doğru yol alırken manzaranın da keyfini çıkarıyoruz. Yol alırken manzarayı fotoğraflamamız için yol kenarına dev bir çember koymuşlar. Kaçırmadık tabi hemen gidip foto aldık









  San Gimignano'a kasabasına giriyoruz. Uzakta üzüm bağlarının ardındaki tepenin üzerinde kurulmuş muhteşem Toskano kasabası. 





   San Gimignano Siena iline bağlı ve etrafı surlarla çevrili çok iyi korunmuş bir Ortaçağ kasabasıdır. Ortaçağ mimarisinin hiç bozulmadan korunması dolayısıyla kasaba UNESCO Dünya Mirasları listesinde yer almaktadır.


  San Gimignano MÖ 3. yy da küçük bir Etrüks köyü idi. Zamanla 6. ve 7. yy larda etrafını çevreleyen geniş ormanlık alan nedeniyle ''San Gimignano Kalesi'' veya Orman Kalesi olarak adlandırılan bu köy etrafında gelişti. 929 yılından itibaren de Kasaba Volterra piskoposları tarafından yönetildi.
Ortaçağ ve Rönesans döneminde Roma ve Vatikan' a giden hacıların uğrak yeri olmuştur.
 

 Ara sokaklardan ilerleyerek kasabanın merkezine gidiyoruz.
Kentin gelişimi çevredeki tarım ürünlerinden sağlanmaktadır. Safranı ile hem yemek hem de boyamada kullanmışlarıdır. Ayrıca şarapçılık a çok gelişmiştir. Özellikler Vernacci şarabı ticareti kasabayı geliştirmiştir.



  1199 yılında şehir Volterra piskoposlarından bağımsız bir hale gelir. Bunu takip eden 200 yıl boyunca Guelph ve Ghibelline aileleri arasındaki çatışmalarla şehrin barışı bozulur. Bu rekabet sonucunda şehirde daha yüksek binaların ve kulelerin inşa edilmesine neden olur.
 Ortaçağ döneminin sonlarına doğru şehre 70 metreye ulaşan 72 kule ve ev inşa edilmiş. Ta ki yerel konseyin bir kulenin yanına o kuleden daha uzun bir kule inşa edilmez kararı verilince bu inşaatların yapımı biraz durmuş. Şimdilerde kalan en uzun kule 54 metre uzunluğundadır.


   San Gimignano veba hastalığı yüzünden halkının yaklaşık yarısını kaybetmişitr. Veba halkın göç etmesine sebep olmuş bir hac yolu olan kasabaya artık uğrak yeri olmaktan çıkmıştır. Buda kasabanın gerilemesine sebep olmuştur. 1348 yılına kadar gelişmekte olan kasaba bu yıldan sonra Floransa yönetiminin altına girmiştir.
   Başlangıçta, şehre Floransa tarzında bazı Gotik yapılar inşa edilir ve kulelerin çoğu evlerin yüksekliğine kadar indirilir. Daha sonra çok az gelişme olur ve San Gimignano, turistik ve sanatsal bir tatil yeri olarak statüsünün tanınmaya başlar. Şehir dokusu 19. yüzyıla kadar ortaçağ durumunda korunur.
 "Orta Çağın Manhattını olarak adlandırılan şehirde 12. ve 13 yy günümüze ulaşan kulelerden sadece 14 tanesi kalabilmiştir. Tabi şehir kulelerin dışında hiç bozulmamış tarihi taş evleri  freskleri ile dolu kiliseleri  ile de zaten görülmeye değer. Şehir 18. ve 19. yüzyılda gerilemekle beraber 14. yüzyılın ikinci yarısındaki görünüşünü korumaktadır.


İlk girdiğimiz alan Piazza Sant'Agostino meydanı. Sant'Agostino  kilisesinin ve sunağının bulunduğu alan.


   Sant'Agostino  kilisesi 13. yy dan kalma büyük ve kentin 2. büyük kilisesidir.  Eski şehrin kuzey ucunda bulunan Porta San Matteo yakınlarındaki Sant'Agostino kilisesi tam olarak 1280 - 1298 yılları arasında Gotik tarzda inşa edilmiştir. 









  Yüzeyi tamamen tuğla ile örülmüş olan bu kilisenin içi dışına göre daha şatafatlı imiş. Biz içini görmedik. Fakat iç mekanın salonunda 1463-1467 yılları arasında Benozzo Gozzoli tarafından yapılan Aziz Augustine'nin Yaşamı içeren fresklerle süslenmiştir. Bu yazıyı yazarken keşke içini gezseydim dedim çünkü edindiğim bilgileri ışında yapılan freskler çok güzelmiş. Canlı bir anlatım tarzıyla 19 sahnede Aziz Augustine'nin Kuzey Afrika'daki çocukluğundan ölümüne kadar hayatı boyanmış.  
Bunun dışında Benozzo Gozzoli ve Lippo Mememi tarafından yapılan başka fresklerde mevcutmuş.
Kilise içinde ki ve şapelde 1228-1300 yılları arasında cüzzamdan ölen bir azizin kalıntılarını da barındırmaktaymış. Yine kilisenin içinde var olan bir mermer sunak da 1494 yılında Benedetto de Maiano tarafından yapılmıştır.


Kilisenin hemen yanında 15. yy kalma manastır ve evler bulunmakta.


Ayrıca avluda altıgen biçiminde yapılmış su kuyusu da görülmeye değer.


    Şimdi tarihi dar sokaklardan taş evlerin arasında yürüyerek Douma meydanına gidiyoruz. Yürürken tüm ortaçağ havasını soluyoruz . Taş evler, taş sokaklar, kemerler, sanat galerileri, dondurmacılar, cafeler arasında büyüleniyoruz.















  Piazza Duomo meydanına geldik. Girdiğimiz sokağın tam sağında Collegiate Kilisesi bulunuyor. Kiliseyi geniş bir merdivenle ulaşıyorsunuz. Meydanın adı da bu kilisenin bir zamanlar katedral olduğuna işaret ediyor. 





   Kilise kentin en büyük kilisesi. Domenico Ghirlandaio, Benozzo Gozzoli, Taddeo di Bartolo, Lipo Memmi ve Bartola di Fredi gibi sanatçıların Rönesans fresklerini barındırdığı için Unesco tarafından ''olağan üstü güzellikte eserler olarak tanımlanıyor. Bu freskler ve San Gimiolgano Tarihi merkezi UNESCO Dünya Mirasları Listesinde yer alıyor.


Bu fotoğrafları belediye binasının antik balkonundan çektim😃



   Kilisenin yapımına 10. yy'da başlanmış 12. yy başlarında da şehrin en önemli merkezi haline gelmiştir. Hac yolu üzerinde olduğundan önemi gittikçe artmıştır. 21 Kasım 1148 yılında Papa III tarafından kutsanmıştır
  San Gimignano şehrinin gücü ve otoritesi, Volterra'dan özerklik kazanana kadar büyümeye devam etmiş. Kilise sayısız ayrıcalığa sahipmiş. 20 Eylül 1471 Üniversite statüsüne yükseltilmiş.
13. 14. ve 15. yy da kilise, fresk ve heykellerin eklenmesiyle zenginleştirilmiştir. 


Kiliseye ulaşan merdivenlerde oturup dinlenin ve bol bol fotoğraf çektirin. 



   Kilisenin yanındaki kule ise Torre Grossa. 1311 yılında inşa edilen kule 54 metre yükseklikle kentin en yüksek kulesidir. Bu kuleye çıkabilirsiniz. Sanırım tek çıkılan kule bu. 218 basamak varmış. Ben fiyat almadım ama güncel olarak 6-7 euro civarında. İçinde bir de müze var ikisi için kombine bilet satılıyor. Yaklaşık 10 euro civarında olduğunu düşünüyorum.


   Torre Grossa kulesinin bitişiğindeki bina ise San Gimignano Belediye Binası yani Palazzo Comunale. Palazzo del Popolo veya Palazzo Nuovo del Podesta olarak ta biliniyor.



  Palazzo Comunale, 1288'de inşa edilmiş. 1323'te genişletilen bina, 1337'den itibaren Palazzo Vecchio del Podesta'da yer aldıktan sonra belediyenin merkezi olmuş. 
   Binada 1852 yılında beri bulunan şehir müzesi de bulunmakta. Şehir müzesi 2. katta yer almakta. Coppo di Marcovaldo, Lipo Memmi, Benozza Gozzoli, Filppino Lippi, Sodoma, Pinturicchio ve Azzo di Masetto gibi sanatçıların önemli eserlerini içermekte.
   Şehir müzesine binanın avlusundan yada arka taraftan erişebilirsiniz. 


Avlu 1323 yılında inşa edilmiş ve 1361 yılında da freskli oymalı armalarla süslenmiş bir sarnıçla süslenmiştir.
 


1. katında bir zamanlar belediye başkanının konuştuğu bir de balkon bulunmakta.


Belediye binasının balkonundan bir etrafı gözlemleyelim.









   Balkondan inme vakti geldi. Balkondan tüm alanı görebiliyorsunuz. Yalnız burada olmak çok havalı. Tam karşısı da belediye başkanının evi. Yani Eski saray Palazzo Vecchio del Podesta.







 Meydanın diğer önemli binası ise demin söylediğim gibi Plazzo Podesta. Belediye başkanın evi. Yukarıdan fotoğraflarını çekmiştim. 


 Duomo'nun hemen önünde bulunan Podesta Sarayı ve tepesine sanki dikilmiş gibi duran kulesi tam adıyla Rognosa Palazo Vecchio del Podesta 


  Yapımı 12. yy dayanıyor. 1200 yıllarında yeniden inşa edilmiş, 1300 yıllarında da genişletilmiş. Torre Rognassa yani Rognosa kulesi 51 metreden yüksek ve 17 katlıdır. Torre Grossa'dan sonra en yüksek 2. kuledir. Kulenin en üst katında da çan bulunmaktadır.



  1255 yılında şehrin kurulu olanların Rognosa'dan yüksek kulelerin dikilmesini yasaklayan bir düzenleme getirilir. Şehrin önde gelen iki aileden biri olan Salvucci yönetmeliği göz ardı ederek Torri Gemelle'i inşa eder ve tabi rakip ailede geri kalmayıp Ardinghelli kulesini çıkar. 
Çok tuhaf geldi kule dikme savaşı. Zenginlerin birbirleriyle kule dikme oyunları. Bugün Ataşehir'de yapılan Ağaoğlu inşatlarını görünce aynı duygu geçti içimden. Her yer kule gibi. Ne kadar uzun bina derken yıllar içinde hep daha yükseğini dikmişler. Yapacak işleri yok sanırım.




Tarihi avluda kahve muhabbetleri. İtalyanlar bize çok benziyor yeminlen 😂






   Şimdi kasabanın diğer önemli olan meydanı Piazza della Cisterna meydanına geçiş yapıyoruz. Sağınıza Ortaçağ kemerini alarak ilerlerseniz meydana çıkarsınız.


  Meydanın tam ortasında tarihi Ortaçağ su kuyusu bulunmakta. Meydan da bu su kuyusunun adını alıyor. Kuyu 13. yy dan kalma gerçekten çok estetik







  Meydan buram buram tarih kokuyor. Küçücük meydanda zarif binalar, kuyu ve dondurmacısıyla bütün turistlerin ilgisini çekmiş. 








   Meydanda Dünyanın en iyi dondurmacısı seçilen Galeteria Dondoli dondurmacısı bulunmakta. Ben de çok istedim ama önünde çok kuyruk vardı.


   
 Aslında gelmişken kuyruğa girmedim diye pişman oldum desem yalan olur. Türkiye'de yapılan dondurmaların bence tanıtımı yapılmıyor. Örneğin Kadıköy Moda'da Ali dondurmacısı benim favorim.


Arka sokaklardan manzarayı göreceğimiz balkon gibi bir alana çıkıyorsunuz.















 Şimdi artık ayrılma vakti geldi. Buradan Bologna'ya gideceğiz, gece orada kalacağız. 
Bologna'da Admiral Park Otel'de kalacağız.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder