Sabah
erkenden kalktık, kahvaltıdan sonra Manheim şehrinde arabayla küçük bir tur attık.
Bugün ki programımızda Avrupa’ nın en güzel şehirlerinden biri olan Heilderberg, Bad Wimpfen, Unesco Dünya mirası olan Maulbronn Monastery (manastır) ve Avrupanın en ünlü outlet mağazalarının olduğu Metzingen outcenter gezisi var. Haydi hayırlısı diyerek ilk durağımız Heilderberg’e doğru yola çıktık.
Bugün ki programımızda Avrupa’ nın en güzel şehirlerinden biri olan Heilderberg, Bad Wimpfen, Unesco Dünya mirası olan Maulbronn Monastery (manastır) ve Avrupanın en ünlü outlet mağazalarının olduğu Metzingen outcenter gezisi var. Haydi hayırlısı diyerek ilk durağımız Heilderberg’e doğru yola çıktık.
Heilderberg gerçekten dedikleri kadar var. Fakat bizim gittiğimiz gün hava kapalı olduğundan şehir çok pusluydu, buna rağmen arabayla şehir içinde bir tur attık.
Heilderberg de 1936 yılında kurulmuş olan Heildelberg Üniversitesi var. Bu üniversite Almanya'nın en eski ünversitesi ünvanını taşıyor. Şehir çok eski olmasına rağmen genç nüfus şehri çok hareketli kılıyor.
Heilderberg'den ayrıldık ve Bad Wimpfen'e doğru ilerledik.
Bu kasabada çok güzeldi. Burada ilk defa otoparka değil yol kenarına park ettik ve kasabayı gezmeye başladık. Kasaba da taşlı sokaklarda ilerlerken sağda kilise, çeşme derken küçük bir meydana geldik ağaçların üzerlerini rengarenk yünlerle örmüşlerdi. Bu benim çok hoşuma gitti.
Daha sonra katolik kilisesini görmeye gittik, gerçi içeri girmedik dışarıdan gezdik. Kilisesinin orada birde 8 -10 kişilik bir bisiklet grubu gördük buralar da bu tür gruplardan çok görülüyor.Herkes bisiklet kullanıyor. Ama bu grup çok ilginçti kasklarının çıkardıklarında en genci sen de 65 ben diyeyim 70 yaşındaydılar. İnanılmazlardı, çok sağlıklı ve dinçtiler.
7-8 kişilk bir grup bisikletleri ile kasabaları geziyor. Aslında buradaki kasabaları bisiklet ile gezmek muhteşem olsa gerek tabii kondisyon şart . Avrupalı insanlar emekli olduktan sonra nasıl yaşayacaklarını çok iyi biliyorlar bizler den çok farklılar. Bu yaşam kültürü beni çok etkiledi.
Acaba bizler öyle olabilir miyiz
diye konuşurken kendimizi bir nehrin yamacındaki Bad Wimpfen kalesinde bulduk, kalenin
etrafını gezdik, manzara süper, nehir bitimindeki yeşil ovanın üzerindeki
ağaçlar, küçük bir kasabanın çatıları vs vs anlatılmaz yaşanır ama ben birkaç
fotoğrafla paylaşayım istedim. Bir de tabi bu kalelerin tarihçesini ve
yaşanılanları bildiğinizde gezdiğinizi yerin anlamı bir başka oluyor. Bu yüzden
mutlaka geziye çıkmadan önce gideceğiniz yerlerin hikayesini öğrenerek çıkın
derim.
http://en.badwimpfen.de/tourism/tourism-news.html Bu adres işinize yarayabilir,
Bu kasabadan ayrılırken eşimle Almanya'nın Bavyera bölgesindeki Alp eteklerin kıyısındaki tüm kasabaların güzel, bakımlı, tarihi dokusu korunmuş olduğunu konuştuk. Her anımız dolu dolu geçiyordu. Şehirleri gezerken, anlamaya çalışırken, bazen bir kaleye dalıp gidiyoruz bazen de tablo gibi ovaları nehirleri seyrediyoruz, bazen güzel bir ağacın altında bir bankta oturarak ruhumuzu dinlendiriyorduk, buralara hayran olmamak imkansız, zaman su gibi akarken şehri terk ettik .
Ve sırada Unesco Dünya Mirasları listesinde olan Maulbronn Monastery manastırı bulunuyor.
Kloster Maulbronn kasabasına vardık tabi hemen arabayı bir park yeri bularak park ettik, Yağmur yağmaya başlamıştı , bu havada manastır gezmek çok gizemli olacaktı. Manastıra geldik, bazen düşünüyorum buraları Unesco Dünya mirasları listesine girebiliyor da bizim ülkemizde bunlardan binlerce var ama tanıtım yapamıyoruz herhalde. Küçümsediğimden değil ama işte bir manastır sonuçta. Ben ülkemizde Hacı Bektaş Veli'nin türbesini, Yunus Emre'nin inzivaya çekildiği tepeyi hep gördüm inanın buradan daha güzel ve daha heyecan verici. Ama buraları turist kaynıyor. Bu gezilerimi de ayrı bir yazımda anlatırım.
Belki tarihçesi önemlidir diye bu manastırı araştırdım. Daha önceden de söylediğim gibi bir yerleri gezerken mutlaka o yer hakkında önceden bilgi edinin.
Her neyse Maulbronn Manastır Kompleksinin en önemli özelliği Avrupa'nın en eksiksiz ayakta kalan Sistersiyen manastır yapısında olmasıymış. Bu manastırda rezervuarlar ve kanalları içine alan gelismis bir su yönetimi sistemi yapılmış. Sisteryanlar, çeşitli teraslar üzerinde yaklaşık yirmi tabii ve suni göl ve göletleri kapsayan bir ağ ortaya koymuşlardı. Bunlar çok gelişmiş bir teknik ile birbirine kanallarla bağlanmışlardı.
Burası kara orman bu fotoğrafı internetten aldım, çünkü biz buraları akşam gezdik, ama ne kadar nefis değil mi, o ağaçların yoğunluğunu asla unutamayacağım.........
Bu kasabadan ayrılırken eşimle Almanya'nın Bavyera bölgesindeki Alp eteklerin kıyısındaki tüm kasabaların güzel, bakımlı, tarihi dokusu korunmuş olduğunu konuştuk. Her anımız dolu dolu geçiyordu. Şehirleri gezerken, anlamaya çalışırken, bazen bir kaleye dalıp gidiyoruz bazen de tablo gibi ovaları nehirleri seyrediyoruz, bazen güzel bir ağacın altında bir bankta oturarak ruhumuzu dinlendiriyorduk, buralara hayran olmamak imkansız, zaman su gibi akarken şehri terk ettik .
Ve sırada Unesco Dünya Mirasları listesinde olan Maulbronn Monastery manastırı bulunuyor.
Kloster Maulbronn kasabasına vardık tabi hemen arabayı bir park yeri bularak park ettik, Yağmur yağmaya başlamıştı , bu havada manastır gezmek çok gizemli olacaktı. Manastıra geldik, bazen düşünüyorum buraları Unesco Dünya mirasları listesine girebiliyor da bizim ülkemizde bunlardan binlerce var ama tanıtım yapamıyoruz herhalde. Küçümsediğimden değil ama işte bir manastır sonuçta. Ben ülkemizde Hacı Bektaş Veli'nin türbesini, Yunus Emre'nin inzivaya çekildiği tepeyi hep gördüm inanın buradan daha güzel ve daha heyecan verici. Ama buraları turist kaynıyor. Bu gezilerimi de ayrı bir yazımda anlatırım.
Belki tarihçesi önemlidir diye bu manastırı araştırdım. Daha önceden de söylediğim gibi bir yerleri gezerken mutlaka o yer hakkında önceden bilgi edinin.
Her neyse Maulbronn Manastır Kompleksinin en önemli özelliği Avrupa'nın en eksiksiz ayakta kalan Sistersiyen manastır yapısında olmasıymış. Bu manastırda rezervuarlar ve kanalları içine alan gelismis bir su yönetimi sistemi yapılmış. Sisteryanlar, çeşitli teraslar üzerinde yaklaşık yirmi tabii ve suni göl ve göletleri kapsayan bir ağ ortaya koymuşlardı. Bunlar çok gelişmiş bir teknik ile birbirine kanallarla bağlanmışlardı.
İlk manastır, 1147 yılında kurulmuş
ve Manastır 12. ve 17. Yüzyıllarda daha
da geliştirilmiştir. Ana kilise Roman eskten Gotik e geçiş tarzında
inşa edilmiştir. Bu kuzey ve orta Avrupa'da çok fazla Gotik
mimarisinin yayılması için temel öneme sahip olmuş. Reformasyon çıktıktan
sonra, 1504 yılında Dük Württemberg manastırı ele geçirmiş ve orada
kendine av köşkü ve ahırlar inşa etmiş. Yarım yüzyıl sonra, eski manastırı uzun
zamandan beri işgal etmis olan bir Protestan
ilahiyat fakultesine verilmiş ve halen bu
durumunu korumaktadır. Kopmleks bir duvarla çevrili olup, dışındaki bazı binalar taştan yapılmıştır,bazıları ise ahşap çerçevelidir.Şimdi sizi Manastırla baş başa bırakıyorum.
Artık gitme
vakti gelmişti, arabamıza binerek Metzingene doğru yola çıktık. Çok heyanlıydık
Avrupa’da bir outlet gezeceğiz diye, bir sürü alışveriş yapacağım diye de
heyecanlanıyordum, tabi ben burada Via Port gibi birşey göreceğim sanıyordum,
nihayet vardık ve hayal kırıklığı her yer marka outletler ama buradan çok daha
fazla birde euro olarak hesaplarsak çok pahalıya geldik, 1 saat falan gezdik
ama ne alacak bir şey bulduk nede sevdik, bilmiyorum ama bize hitap etmedi ve
bir taşa oturarak akşam nerede kalabiliriz diye programı yapmaya çalıştık ve bi
türlü wifi bağlantısı gerçekleşmedi ve sinirlerimiz gerilmeye başladı sonunda
wifi bağlantısını yakaladık ve Bühl şehrinde kalmaya karar verdik……….
Oldukça uzağa park ettiğimiz arabaya
binerek yola düştük. Muhteşem ovalardan yeşilliklerden yol alırken ormana doğru
girdik, Yol yukarıya doğru tırmanırken ormandaki ağaçlar daha da sıklaştı ta ki
gökyüzü neredeyse görülmeyecek şekilde. İnanılmazdı ürpertici şekilde sık
ağaçlar hiç böyle uzun ve sık ağaç bir o kadarda tedirginlik verici bir orman
görmemiştim daha sonra dan aklıma geldi ki biz kara orman yoluna girmişiz bu
arada saat de 18:30 olmuştu. Neyse ki hava daha aydınlıktı kendimizi
sakinleştirip yolun tadına varmaya başlarken Bühl şehri göründü , oraya doğru
ilerlemeye başladık sonunda bu bitmez korkunç yol nihayetine erdi derken Bühl’e
diye geldiğimiz şehir orası değilmiş, orada sorduk soruşturduk nasıl ulaşırız
diye tabi bir Türk dönercisine sormak gafletinde bulunduğumuz için o bizi biraz
dolambaçlı bir yola sevketti, bizde bir an evvel otelimize varalım diye yola
koyulduk, o ne bir de baktık tekrar tırmanıştayız çık çık nereye gidiyoruz
karanlıkta ormanda tam en tepeye geldik navigosyon hedefinize ulaşıldı demez mi
sinirden gülmeye başladık ,
Bir baktık bir büyük otel ama hiç ışık yanmıyor
yolun tam karşısında ise bir klinik var üç beş lamba yanıyor. Eşim orada birini
buldu doktormuş ona sordu yolu sonunda 7 km daha ormanda karanlıkta indikten
sonra Bühl şehrinin ışıklarını görünce bir nebze de olsa rahatladık. Hotel Am Froschbächel otelinde kaldık (79 euro). Otelde
araştırdığımızda biz meğerse kara ormanla çevrili max-grundig-kliniğine
gelmişiz . Karşısındaki otel de Plättig Hotel miş. Ne önemli derseniz bu yere aşağıdaki linkten
araştırabilirsiniz J
http://www.max-grundig-klinik.de/Burası kara orman bu fotoğrafı internetten aldım, çünkü biz buraları akşam gezdik, ama ne kadar nefis değil mi, o ağaçların yoğunluğunu asla unutamayacağım.........
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder