Translate

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Oberammergau - Füssen

    
        2.   Gün  (2.07.2014)
     
       Güzel bir kahvaltıdan sonra ilk durağımız olan Ettal şehrindeki Linderhof sarayına doğru yola koyulduk. Ama sabah kasabadan ayrılmadan şehrin birkaç fotoğrafını sizinle paylaşmak isterim, sabah yaz yağmuru altında Oberammergau;





     Kasabayı gezdikten sonra Linderford sarayına doğru yola koyulduk. Giderken o yolun muazzamlığını anlatamam size, her yer yemyeşil tablo gibiydi. 









    












    20 dk sonra Linderhof sarayına vardık. Sarayın oto parkına arabamızı park ettik. 
 Ücretsizdi 😊. Buradan bilet alacağımız alana gidiyoruz.


   

























   Sarayın giriş ücreti kişi başı 8.50 euro. Ama biz orada Annual Season Tickets 45 euro' ya bilet aldık (iki kişi). Bu 14 günlük bir bilet. Bavyera bölgesindeki müzelere ve şatolara giriş bileti. Toplu daha avantajlı oluyor. 


      Saraya doğru giderken, yemyeşil alanlar, küçük göletler, ördekler, dağ, sis...inanılmaz bir huzur kaplıyor içinizi.


    



















   Sizi saraya grup grup alıyorlar. Önceden hangi dilde rehber istediğinizi soruyorlar. İster Almanca, ister İngilizce ister Japonca ama Türkçe yok. Tabi ki bizde İngilizce olanını tercih ettik. Gireceğimiz saate kadar Linderhof  sarayının ön cephesini gezip bahçenin bol bol fotoğraflarını çektik. 
   Ön cephe ortasında altın yaldızlı bir heykel grubunun olduğu ve yukarılara kademelerle yükselen güzel bir bahçeye açılıyor. En tepede bir kamelya var. Parkın içinde o dönemi yansıtan egzotik ve oriental yapılara da yer verilmiş. Ayrıca simetrik yapılmış çiçek havuzları da bulunmakta.


  Linderhof  sarayı
   Süremiz gelince grup sırasına geçip sarayının içine girdik. İçeride fotoğraf çekilmesi yasak. Bu yüzden hiç fotoğraf çekemedik. İnanılmaz bir saray, içi tamamen altın kaplamalardan oluşuyor, böyle muazzam bir sarayı önceden hiç görmemiştim.

     Daha gençken Bavyera Kralı Ludwing babası ile birlikte çıktığı av partilerinde bu bölgeyi tanımış ve sevmiş. Babası II.Maximillian'ın burada küçük bir av kulübesi varmış. 1869-1878 yılları arasında Liderhof sarayı Ettal manastırının arazisi içinde yapılmış. Sarayda Fransız kaplamaları ve altın kaplamalı mobilyalar, ağır avizeler ve süslü aynalar kullanılmış.
      Linderhof  sarayı, Kral 2. Ludwig’in kendine ait bir mülkü olduğu için kendi isteği ile kimse içeri kabul edilmezmiş. Bundan dolayı saraya misafir odası yapılmamış. Kral öylesine inzivaya çekilmiş ki, yemek masasında hizmet eden hizmetçileri bile aşağıda bulunan mutfaktan, özel bir asansör sistemi ile yemek salonunun zemininin ortasında bulunan kapak  açılarak yukarıya çıkartılırmış.
      İhtişamlı olması için bir tepe üzerine kurulan şatolara ters bir anlayışla çukurca bir bölgeye kurulmuş, böylece de nereden baksan kademeli havuzlar ve yeşil bitki örtüsü manzarası sağlanmıştır.
      Sarayın içinde fotoğraf alınmadığı için internetten bir resim aldım .


    

























   Sarayın içini rehber eşliği ile gezdikten sonra sarayın dışında arka tarafta muazzam bir bahçe var ve güzel bir çeşme bulunuyor. Küçük bir şelale yapılmış, yukarıdan gelen suyun içinden atlı arabası ile Deniz tanrısı Neptün fırlıyor. Bu manzara Ludwig’ in yatak odasının tam karşısında bulunan büyük bir pencereden görülüyor. Ne konfor demeden geçemiyorsun. Hele Deniz tanrısı Neptün ve atlı arabası heykeli görülmeye değer.




    



















  Sarayın hem önünde hem de arkasında simetrik olarak bahçe var. Arka taraftaki balkondan en üste çıktığınızda manzara nefes kesici. Çıkarken yeşil bir tünelden geçiyor gibisiniz. Bu tüneller çıkışın hem sağında hemde solunda var. Yani çıkarken de inerken de adeta ruhunuz dinleniyor.




    



















   Buradan uzun bir yürüyüşle av alanına gidiyoruz. Tırmanarak çıktığımız tepelerde (Moroccan House) “Fas Evi” diye tercüme edebileceğimiz bir doğu köşkü de var, içeride tavus kuşu figürlerinin yer aldığı bir taht odası görüyoruz. Bu ev 1873’de Viyana’daki Uluslararası Sergi için Fas’ta inşa edilmiş. 1878 yılında Kral tarafından satın alınmış ve krala yakışır şekilde dekore edilmiş.  



    



















    Fas odasını gördükten sonra  av köşkünü ve gölü görmeden geri dönüş yaptık. Ama şimdi buraya gitmediğime pişmanım. Sırada Ludwing'in mağara içine yaptırdığı banyoyu gezmeye gidiyoruz. Bu mağara “Venüs Grotto’ya (‘’Venüs Mağarası” diye anılıyor) varıyoruz. Buranın girişi orijinal kaya görüntüsünde ama aslında sonradan yapılmış yani doğal değil.





























  İçeri girince her yer karanlık. Dar bir koridordan geçerek mağaraya giriyorsunuz. Karanlığın ardından görkemli bir ışıltı ve renk cümbüşü içinde bir yapay göl ve üstünde altın bir kayık karşınıza çıkıyor. Göl sürekli olarak farklı ışık oyunları ile aydınlatılıyor ve duvarda ''Wagner’in Tannhäuser” adlı eserin bir bölümünü anlatan fresk örneklerini görüyorsunuz.         O devirlerde müthiş bir yenilik olan elektrikle mistik bir aydınlanması var. Elektrik diyorum çünkü o zamanlar elektrik yoktmuş, aslında elektriğin inanılmaz öyküsü de buradan başlamış.

Adres: Linderhof Castle Linderhof Palace Linderhof 12, 82488 Ettal, Germany)


   Bavyera Kralı II. Ludwing bundan 140 yıl önce  çok ıssız bir bölge olan Graswangtal vadisinde atların çektiği kızaklarla ayışığı altında gezintiye çıkarmış. Kızakların aydınlatılması Siemens'in pille çalışan karbon elektrik ark lambalarıyla aydınlanırmış. Bu aydınlatma işlemi kraliyet icatlarının ilk örneklerindenmiş.

  1878 yılında bu sıra dışı kral, Linderhof Sarayı'nın bahçesine gözlerden uzak bir suni mağara inşa edilmesini buyuruyor ve Werner von Siemens tarafından bu özel yere bir buhar makinesiyle çalıştırılan 24 Schukert elektrik jeneratörü yerleştiriliyor. Bu dünyanın ilk ölçekli elektrik üretim tesisiymiş. Kral kendi kalesini elektrikle aydınlatmaya başladıktan bir kaç yıl sonra halkta onun nimetlerinden faydalanmaya başlamış.



    
























   Linderhof sarayında 3 saate yakın bir süre harcadık ama aslında av köşküne ve oradaki göle inmek isterseniz süre daha da fazla olacaktır. Ama biz bugün ki programımızda Füssen şehrindeki Neuschwanstein ve Hohenschwangau şatolarını da görmek olduğu için saat 13 civarında oradan ayrıldık. 
    Yol üzerinde Plannsee gölünü görerek Füssen‘e varmak vardı ama yolu şaşırdığımız için üst taraftan Füssen şehrine giriş yaptık. Halblech yoluyla Füssen’e doğru inmeye başladık, Füssen’e varmadan Schwangu bölgesine geliyoruz. Bu bölgede Hohenswangau ve Neuschwanstein kalelerini gezmeyi planlıyoruz, ama hava yağmurlu ve temmuz ayında üşümeye başladık. Dört gölle çevrili Schwangau kasabası ‘’Kraliyet Şatolarının Kasabası’’ olarak tanınıyor. 19. yüzyıla ait mimarileri kadar hikayeleriyle de ihtişamlı yapılar dağların eteğindeki, dünyaca ünlü iki kraliyet şatosu Hohenswangau ve Neuschwanstein bu bölgede bulunmakta.

Adres: Hohes Schloss Füssen Magnusplatz 10, 87629 Füssen, Germany veya

Adres: Neuschwanstein Castle Neuschwansteinstraße, 20, 87645 Schwangau

Hohenswangau 
Neuschwanstein Castle
     
     Araba ile şatonun aşağısından merkeze gelip buradaki 3 parktan birine otomobilinizi
5 euro karşılığı bıraktıktan sonra bilet ofisine gidip bilet almanız gerekiyor. Bizim kartımız olduğu için bilet almadık ama bilgi almak için bilet salonuna girdik. Bu bilet şatoları rezervasyonlu olarak ve rehber eşliğinde gezebilmek içindir yoksa dışarıdan görmek de elbette son derece güzeldir. Yeni Kuğu Kayası Sarayı" (Neu schwan stein Castle) ve tepenin aşağısında bulunan Ludwig’in babası Maximilan’nın sarayı için biletler (tek şato için 8,50 euro).
    Bileti aldıktan sonra şatoya ulaşmak ayrı bir sorun. Randevular bilet ofisinde alındıktan sonra ana şatoya üç şekilde çıkılabilir; yürüyerek 30-40 dakikada, atlı arabayla (tek gidiş 6 euro) otobüs ile (gidiş-geliş 5.60 euro). Biz öğleden sonra 4 gibi orada olduğumuz için Hohenswangau kalesine girecek süre dolduğundan oraya gidemedik. Aynı zamanda bu şato özel mülkiyet olduğu için elimizdeki bilet onun için geçerli değildi. Onun için ayrı para istiyorlardı. Ama zaten görmek istediğimiz şato diğeri idi. Bölgedeki müzeler aslında 3 adettir. Neu schwan stein Castle, Shloss Hohenschwangau yani Ludwig’in babasının sarayı ve Bayerischen Könige Müzesi.
    Biz önce yürüyelim dedik ama hava serin ve yağmurlu olduğu için otobüse bindik. Tek gidiş aldık belki yürüyerek döneriz diye düşündük. Otobüsü bir hayli beklerken inanılmaz derecede uzak doğulu turist olduğu dikkatimizi çekti. En sonunda otobüs geldi ve çok kalabalık bir halde tepeye ulaştık.
    İlk önce şatonun arkasına doğru 300 metre kadar daha yürüyüp Ludwig’ in annesi için inşa ettirdiği demir Marien Köprüsü’ne geldik.





  Muhteşem bir yer, buradan Ludwig’in şatosu Neuschwanstein muhteşem görünüyor, manzara inanılmazdı. Ludwig’ in sarayı daha çok sivri kulelerle şatomsu, masalsı bir görünümde iken, babasının sarayı burçlar ve kuleler ile daha çok kaleyi andırır. 


     Bu saraylar bölgesinden birkaç km uzakta dağa çıkan bir teleferikte bulunuyor. (Tgelbergbachn) ama oraya kış ayında gidilince bir anlamı olacağının düşünüyorum. Biz gitmeme kararı aldık çok da geç olmuştu zaten ama size kısacık bir bilgi vereyim Teleferik 26.50 euro, hava güzelse çok güzel olduğunu okumuştum. Ayrıca yamaç paraşütü olduğundan bilet alırken size tek çıkış mı diye soruyorlarmış. Tepeden aşağı 2,60 euroya da kızakla inebiliyorsunuz. (www.tegelbergbahn.de)



   



















Sırada sarayı görmek var, 10 dk kadar yağmur altında yürüdükten sonra saraya ulaştık.


   Muhteşem görünüyor ama üşüyoruz hava soğuk değil ama ıslandık bayağı. Grup sıramızı aldıktan sonra şatoya girmek için bekledik. İçeriye grup grup alınıyor. Biz tabi acemi olduğumuz için orada önce ne yapacağımız şaşırdık. Neyse sonunda anladık ki bize verilen kartta saat kaçta gireceğimiz yazılıyor. Onun dışında bir sürede gidersen kapıdan geçemiyorsun. İnanılmaz bir düzen var. Sonunda tabelada 5:35 yandı ve bizim 5:35 grubu heyecanla muhteşem şatoya girdik.Şatonun içi dışı kadar beni heyecanlandırmadı ama manzaralar muhteşemdi. Mutlaka gidilip görünmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Size biraz bu şato ve sahibi hakkında bilgi vereyim .

    Kral II. Maximilian’ın sarı şatosu Hohenschwangau, Münih’te doğan II. Ludwig ile kardeşi Otto’nun büyüdüğü yermiş. Ludwig, ilk kez bu şatoda besteci Richard Wagner’la tanışmış ve onun eserlerini burada dinlemiş. Babası öldükten sonra artık bu şatoda yaşamak istemeyen Ludwig, cennete ve dağlara yakın olmak için Neuschwanstein’ı inşa ettirmiş. Sanata, özellikle de müziğe olan düşkünlüğüyle bilinen Bavyera Kralı II. Ludwig’in politik entrikalardan kaçmak ve hayalindeki hayatı yaşamak için yaptırdığı Neuschwanstein Şatosunda ancak 170 gün yaşamış ve 1986 temmuzunda çok iyi yüzme bilen bu kral doktoru ile birlikte boyu 1,5 metreyi geçmeyen Starnberg gölünde boğulmuş. 

    (Schloss Neuscwanstein), Alpler’in eteklerinde Micky Mouse filmlerinden görmeye alışkın olduğumuz görünümüyle son derece etkileyici görünüyor.  

     Tepe üzerinde kurulu olan Şato, II. dünya savaşında da hiçbir hasar almadan atlatmıştı. Nazi partisinin hırsızlık örgütünün Fransa’dan yağmaladıkları sanat eserlerinin deposu olarak 1944 yılına kadar kullanılmıştır. Savaş sonunda bugün Amerikan Ulusal Arşivinde bulunan soygunu belgeleyen 39 fotoğraf albümü bulunmuş, savaş sonunda şatoda Alman Reichsbank’ ın altınları saklanmış, savaştan sonra bu altınlar bugün hala bilinmeyen bir yere götürülmüştür. Şato 1945 yılında SS'ler tarafından, içinde bulunan sanat eserlerinin düşman eline geçmemesi için havaya uçurulma tehlikesi yaşamıştır. SS-Grup liderinin engellemesi ile bombalama yapılmayarak, şato müttefiklere devredilmiştir.İkinci Dünya Savaşından sonra Münih arşiv alanı bombalandığından için, Bavyera arşiv yönetimi şatonun bazı odalarını arşivleri depolamak için kullanmıştır.

    Bu hikaye ile ilgili  2014 yılında çevrilen The Monuments Men filmini izleyebilirsiniz.


   Neuschwanstein dünya çapında Romantik dönemin bir sembolü olarak bilinir. Disneyland tema parklarındaki uyuyan güzel sarayına model, çeşitli filmlere mekan ve Amerikalı ressam Andy Warhol'a ilham kaynağı olmuş, 2002 yılında şato yakınına düşen gök taşı şatonun adı altında kategorize edilmiştir. 2007 yılında dünyanın yeni harikası seçimlerinde dereceye girmiş ve 8. sırada yer almıştır. 2008 yılından beri Ludwig-Sarayları’ndan birinin UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesine girmesi için çalışılıyor. Neuschwanstein Şatosu bugün Almanya’nın en önemli turistik yerlerinden biridir

   Bu bilgilerden ve hikayeden sonra gezimize devam edelim, yürüyerek 20 dk da indik, birden 3. Otoparka park ettiğimiz arabamızla karşılaştık, nedense çok sevindik çok ıslanmış ve yorulmuştuk ama değdi doğrusu.

    Şatodan ayrılırken Füssen’e doğru hareket ettik. Planımız bir Mc Donald’s bulup bedava wifi den kendimize Booking den otel ayarlamaktı. Füssen’ de kalsak çok doğru bir karar vercektik. Ama Donawörtte bir otel ayarladık. O yüzden hiç vakit kaybetmeden yola çıkmamız gerekiyordu, maalesef Füssen’i gezemedik 😡

      Geride muhteşem şatoyu bırakan yollardan giderken kendimizi romantik yolda bulduk. Ama keşke bu yola sabahtan başlasaydık çok daha iyi olurdu.Tabi acemilik ve heyecanda var. Sanki gideceğimiz yerler kaçıyordu…

     Yolda küçük bir kasabada çok güzel bir kilise gezdik. Aslında burayı Unesco Dünya miraslarından olan Rottenbuch daki Pilgrimage Church of Wies sandık ama değildi yine yanlışlık yaptık. Ama burası da çok güzeldi.
   
      Donawört' e doğru yola çıkarken artık Romantik yola girmiştik.

Donawört' te gece 10 civarında olduk ama kasabaya giriş kapatılmıştı. Alacakaranlık kuşağı gibi, bir türlü şehre girecek bir yol bulmadık . Birde her yer karanlık, dışarıda kimse yok. Her yer kapalı şaka gibi. Düşünsenize tanımadığınız bir ülke, gece ve biz arabada kaldık ne yapalım derken Ausburg'a geri döndük. Yarım saatte Ausburg'daydık ama otel bulmak gece 12 yi bulmuştu. İbis otelde kaldık, beğenmedik ama başka şansımız yoktu.(77  euro) hemen yattık bitmiştik çünkü.


1 yorum: