Translate

1 Nisan 2019 Pazartesi

6.Amsterdam - Volendam



8.07.2016 

   Amsterdam'a akşam üzeri 6 gibi vardık. Kalfjeslaan'da güzel bir otel bulduk. Ama şehirden uzakta. Amsterdam Forest Hotel. Hotel bu sene açılmış.


   Otele yerleştik biraz dinlendik daha fazla geç olmadan şehre inmeye karar verdik. Şehrin bir kısmını bugün gezelim yarında tekne turu falan yaparız dedik. Ayrıca Amsterdam gecelerini çok merak ediyorum özellikle Red Light District. 
    Arabayla inmeyeceğiz biraz özgür takılalım dedik otobüs kullanacağız.


     Otobüsten Dam meydanında  indik. Meydan o kadar hareketli ki insanlar akın akın geliyor. Bu arada bisiklet olayı beni delirtti. Herkeste bisiklet olduğunu biliyoruz da bisiklet terörü olduğunu bilmiyorduk. Yayalar tehlikede yani. Bir bisikletliye çarpacağım diye ödüm patladı vızır vızır. 
    Burada hemen herkes bisikletle geziyor, işine gidiyor. Bir de o kadar ustalar ki, yinede siz siz olun her an bir kaza olacakmış gibi..... oluyormuşta zaten.
  Neyse biz gelelim Dam meydanına Amsterdam'ın en çok turist çeken meydanı.



 Dam meydanında ve çevresinde gezilip görülmesi çok yer var. Bunlardan biride tam arkamda fotoğrafladığım Konninklijk sarayı. 1648 yılında Belediye Binası olarak tasarlansa da Napolyon'un kardeşi Louis Bonaparte döneminde 4 yıl saray olarak kullanılmış. Louis Bonaparte şehri terk ettikten sonra bina önemli günler için ve törenler için kullanılmıştır. 


   13. yy da şehrin suyu olan Amstel nehri Dam meydanında bir gölet halini  dönüşüyormuş. Çevresinde de Amstelredem olarak bilinen bir köy kurulmuş. Bu meydanın kollarından biri olan ve şimdilerde  en canlı alışveriş caddesi olan Damrak caddesi ise eski zamanlarda ticaret gemilerinin bu gölete ulaştığı kanalmış. Yıllar içinde bu köy ekonomik olarak büyümüş ve ticaretin kalbi olmuştur. Bugünkü Amsterdam böyle oluşmuştur.
  Şu anda Amsterdam Madame Tussauds müzesinin önündeyiz. Müze kapandığı için içini gezemedik belki yarın programdan artan bir fırsat olursa gezeceğiz. Müze Londra'daki Madam Tussauds müzesinin bir şubesi. İçeride günümüzde yaşayan veya yaşamış ünlülerin balmumu heykelleri sergileniyor. 


  Ve kanalları....her yerde kanal var. Amsterdam yüz ölçümünün yüzde 25' i kanallardan oluşuyor. Toplam uzunluk neredeyse 100 km, 90 adaya ve 1281 köprüye sahip. Köprüler şehirdeki 165 parseli birbirine bağlıyor. Yarın zaten bir kanal turu kesin yapacağız.
   Bu kanallar ortaçağ da kentin su sistemini yönetmek ve savunmak amaçlı yapılmış. Bu kadar çok kanal olması dolayısıyla şehir kuzeyin Venedik'i olarak da anılıyor.



 Bu kanalların en ünlüleri Herengracht (Soylular Kanalı), Prinsengracht (Prensler Kanalı) Keizergracht (Krallar Kanalı) kanallarıdır ve isimlerini Hollanda'nın '' Altın Çağı'' dedikleri sömürgecilik dönmelerinden almaktadır.






 Şehir bataklık bir alan üzerine kurulduğundan binaların ilk katları kumlu bir zemin üzerine yerleştirilen tahta temellerden oluşuyor. Sadece bazıları yenilenen binalarda çelik betonla değiştirilmiş. Kısacası her an sakata gelinir bence. Şehir zaten deniz seviyesinin altında hatta hava alanı deniz seviyesinin 4-5 metre altında bulunmakta.



    Hollandalılar denizden kazanılan toprakla bu şehri kurmuşlar. Yüzlerce yıl denizle olan savaşlarının su bendleriyle yel değirmenleriyle sürdürmekteler. Bugünkü gelişmiş teknoloji ile de su seviyesi sürekli kontrol altında. Yoksa bir selle şehir sular altına gömülecek.


    Gerçi tarihte çok su baskını olmuş ve çok kayıp verilmiş. Su bentlerinin yapımı esnasında da çok kayıp verilmiş.




     Amsterdam'daki evler özellikler kanal boyundaki evler kendine öz bir stil taşıyor. Büyük pencereli ve birbirine bitişik nizamda olan bu evler oldukça şirin bir görünüme sahip. Özellikle kanal boyunca gezerken zengin mıntıkalarda evler çok şahane görünüyor. Lüks değil ama çok eski ve özgün.



 Sokakları kanalları evleri kafeleri gezerken hava kararmaya başladı. Bizde Amsterdam'daki sıradışı bir yer olan Red Light District yani Kırmızı Fener mahallesine doğru yöneldik.



    Amsterdam seksin, uyuşturucunun, eşcinsel evliliklerin serbest olduğu özgür bir ülke olarak biliniyor. Tabi bu düşünceler algı ve ilgi ile ilgili bir şey. İnsanlar özgür bundan güzel ne olabilir. 
  Fuhuşun ve uyuşturucunun serbest olmasının sebebi ise suç oranının düşürmek için bu tür faaliyetleri devlet kontrolünde olması ve güven altına alınmasından kaynaklanıyor.





 Red Light Districk yetişkinlere yönelik eğlence mekanlarının bulunduğu Avrupa'nın en ünlü sokaklarından biridir. De Wallen denilen sokakta sex shoplar, gay barlar, erotik şovlar torbacılar var.  De Wallen'de yaklaşık 300 kiralık kabin (Window Prostitution) bulunmakta. Bu kabinler ara sokaklarda bulunmakta.Her vitrini arkasında kadınlar bikinili bir şekilde pozlar veriyor. Kendilerini teşhir ediyorlar. Yaşları 7 den 70'e herkes burada. Kadınları seyrediyor. Eski çağlardan günümüze olan seks ticareti. Kadın olarak beni üzdü bu kadar yakından şahit olmak kötü.



  Gece aslında buralarda saat 10 dan sonra başlıyor olmasına rağmen bir kaç sokak haricinde her yer hınca hınç doluydu. Sokaklarda yürümek bile çok zor. Burada bulanan insanların % 90'ı  çoğu turist. Her yerin kıpkırmızı olduğunu söylememe bile gerek yok.  


  Red Light Districk tarihi 1270 yılına kadar dayanıyor. Geçmişte denizcilerin uğrak yeri olan bir fuhuş bölgesi. Bu semt Rokin ve Damrak caddeleri arasında kalmakta. 
   Şu anda serbest olan fuhuş uyuşturucu.... ortaçağ da oldukça kısıtlı bir durumdaymış. Bu bölgeye evli erkeklerin papazların girmesi yasakmış. Sonraları protestan olan şehir fuhuşu tamamen yasaklamış. 1811 yılında ise Napolyon döneminde Fransızlar bölgeye sık sık  gelmeye başlamış .Tabi ki o dönemin ünlü hastalığı frengi de patlak vermiş. Bu yüzden çalışan kadınların sağlık kartları olması şartıyla fuhuş serbest bırakılmış. 1911 yılında dini örgütlerin kampanyalarıyla mekanlar kapatılmaya başlanmış. Fuhuş yer altına girmiş. Günümüzde ise görüldüğü üzere devlet kontrolü ile serbest bırakılmış. İlginçtir ki önemli bir turistik cazibe merkezi olmuştur.


   Ayrıca bu bölgede birde seks müzesi mevcutmuş. (Museum of Prostitution). Müze turistler tarafından en ilgi çekici müzeymiş.









    Şehri turlayarak Dam meydanına tekrar gittik. Otobüse binerek otelimizin olduğu yere geldik. Yatıp dinlendik diyeceğim ama kırmızı fener bölgesindeki kadınları düşündükçe içimi bir mutsuzluk kapladı. 
    Sabah tekne ile kanalları gezeceğiz. 

9.07.2016

 Sabah kalktık güzel bir kahvaltı yaparak enerjimizi topladık. Arabayla şehrin merkezine yakın bir yere park ederek şehri gezmeyi düşündük ama arabayı otelin oraya park ederek otobüsle gitmenin daha uygun olacağının düşündük. 

  

Otobüsteyiz tekrar Dam meydanına gidiyoruz.

 Şehir 2016 yılı atletizm yarışmalarına ev sahipliği yapıyor. Olimpiyat stadyumunun oradan geçtik her yerde büyük afişlerle tanıtımlar mevcuttu.

 Dama meydanına geldik.Bu kez tekne turu yapacağız. Biraz araştırdıktan sonra bir tur beğendik ve turumuza başladık.
16. yy da Amesterdam'ın şehir planını taınıtan filmi aşağıdaki linkten seyredebilirsiniz


1800-1900 yılları arasındaki Amestredam'ın şehircilikte gelişimini görebilirsiniz


  Tekne turları her yaşa ve her zevke göre ayarlanmış. Genellikle 1 saatlik kanal turları uygun. Biz bu turu seçtik. 1 saatlik kanal turuyla şehrin dünyaca ünlü kanallarını gezebiliyorsunuz.
  Turlar genel olarak çevresi camla kaplı olan kapalı tekneler ile düzenleniyor. Biz yaz mevsiminde olduğumuz için tepesini açmışlardı. Gezi sırasında sesli rehber hizmeti ile çevre tanıtımı yapılıyor.
   Ve teknemize bindik... Hava kapalı ama arada bir güneş de bulutların arasından sızıyor. Her an yağmur yağabilir ya da güneş açabilir.













  Amsterdam'da karada yaşandığı gibi suda da yaşayabilirsiniz. Kanallarda 2500 yüzen ev bulunmakta. Şimdi bu turda çektiğim bazı yüzen evler.
















































   Nemo bilim müzesinin önünden geçiyoruz. Vakit olsaydı bu gemiden yapılmış 5 katlı müzeyi görmek isterdim. Eğer 2-3 gün bu şehirde kalacaksanız Hollanda'nın bu en büyük bilim merkezini gezmenizi tavsiye ederim


 Nemo bilim merkezinin kökleri 1923'e kadar uzanmakta. 2000 yıllarında İtalyan mimar Renzo Piano tarafından gemi biçimimde tasarlanmış ve günümüzdeki hali oluşturulmuştur.


Şimdi de ünlü Çin lokantasının önünden geçiyoruz. Özelliği yüzer bir lokanta ve otel olması



























Artık yolculuğumuzun sonuna geldik.



   Kanal turumuz böylece bitmiş bulunmakta. Neredeyse tüm Amsterdam'ı gezdik sayılır. Oldukça doyurucu, 1 saat bence yeter de artar bile. 



Eşim nereye gideceğimizin haritasını bakıyor.

 Müzeler bölgesine gideceğiz. O yüzden tren istasyonuna gidiyoruz . Amsterdam Central Station yürüme mesafesinde. Buraya doğru ilerlerken Anne Frank müzesinin yanında geçtik tabi ki. 


   Anne Frank Almanya' da Nazi dönemi sırasında yaşamış yahudi bir kızdır. Yahudi soy-kırımını en büyük simgelerinden biri olan Anne Frank babası ve 6 kişiyle birlikte Amsterdam'a  gelmiş. Nazilerin Hollanda'yı işgal etmelerinden sonra 2 sene boyunca bu evin tavan arasında kalmışlardır. 1940 ve 1942 yılları arasında evde saklanmak zorunda olan 12 yaşlarındaki Anne Frank burada günlükler tutmuştur. Bu dönem boyunca bu günlüklere duygularını korkularını hayallerini ülkenin durumunu anlatmıştır.  2 yıl sonunda ihbar sonucu naziler tarafından yakalanmış ve nazi kamplarına götürülmüş ve orada 16 yaşında Almanların teslim olmasından kısa bir süre önce tifus hastalığından ölmüştür. Aralarında sağ kalan baba Otto Frank kızının günlüklerini kitap olarak bastırmış ve saklandıkları evde müze haline getirilmiştir. 1947 yılında basılmış olan kitap yaşananları bizzat Yahudi bir çocuğun ağzından anlattığı için çok ilgi görüyor

Müzenin önünde çok kuyruk var girmek isterseniz önceden bilet almanızda fayda var. 




    Meşhur Magna Plaza alışveriş merkezini önünden geçtik. Girip gezmedik daha gezilecek çok yer var diye.







   Ve çiçek pazarının önünden geçiyoruz Bloonmarket nasıl bir yer her yer çiçek ne arasan var. Alıp götürülmez de orada kalasım geldi. Burada kendimden geçtiğim için fotoğraf almayı bile unutmuşum.








 Caddeler capcanlı insanlar çok hareketli ve etraf çok eğlenceli görünüyor. Hem sürüp hem bira için gençler eğlencenin dibi yani.


     Bir sokaktan ötekine geçerken sürekli bir kanaldan geçiyoruz, her yer kanal. Birbirlerine de benziyorlar.













Ve tren istasyonu....
















İstasyondan çıkar çıkma Amsterdam'ın en ünlü ve an önemli olan müzesi Ulusal müzeye (Rijksmuseum) Rijk müzesine girdik. 




Ünlü I amsterdam yazısı müzenin önündeki büyük havuzun arkasında konumlanmış.














   Epey acıktık. Havuzu kenarında oturup yanımızda getirdiğimiz sandviçlerle karnımızı doyurduk ve dinlendik. Ayaklarımıza kara sular inmişti.







Ve tabiki ünlü Van Gogh müzesi.













 Her yerde araba değil bisiklet var şu an arkada gördüğünüz bisiklet parkı, insan kendi bisikletini nasıl buluyor acaba.


Otobüsle dinlenerek arabamızın bulunduğu yere geldik.  Şimdi arabamızı alıp çevredeki şirin kasabaları gezeceği. Daha önceden araştırmıştım. İlk durağımız Waterlang


 Yolda giderken yel değirmenleri gördük çok güzellerdi . Bu arada yavaş yavaş yağmurda başladı. Geçeceğimiz köprüde durmak zorunda kaldık çünkü köprü açılıyor ve gemi geçecekti. İlginç bir deneyim oldu ben de fırsattan istifade arabadan yel değirmenlerini fotoğrafladım.

İnternet fotoğrafı
 Fotoğraftaki tam karşı köprüden geçiyoruz. Bu bölgenin oto köprünü tam yanı Zaanse Schans. yeldeğirmenleri ile ünlü yer ama biz oraya uğramadık. Bu arada unutmadan söyleyeyim yeldeğirmenlerini yakından görmenin fiyatı kişi başı 10 euro. Uzaktan görmeyi tercih ederiz.....



  Watergang Hollanda'nın kuzeybatısında bir köy. Noordhollandsch kanalının doğu kıyısında. Amsterdam'dan yaklaşık 7 km sonra bu köyde oluyorsunuz. Kesinlikle tavsiye olunur. Köy sanki Alice harikalar diyarından fışkırmış gibi. Yağmur yağmasına rağmen inip yürümek istedim ama arabayı park edecek yer yoktu. Yollar çok dardı. Ama yine de indim 












İnsanın ömrüne ömür katar bu köy.







  Köyde in yok cin yok. Şaka bir yana wikipedia bilgilerine göre toplam 83 konut bulunmaktaymış . 2001 yılında da 217 kişilik bir nüfus belirtilmiş. Köyün yerleşik alanı 1 km kare bile değil. 0,08 km kare
















  Bu köyden ayrıldıktan sonra  inanılmaz bir yağmura yakalandık gideceğimiz köy ve kasabalar birbirine karıştı. Yol üzerinde bir Burger King'de bir şeyler içtik, yağmurun dinmesini beklerdik ama nafile. Kafe de oturarak direk Volendam'a gitmeye karar verdik.Haritada işaretlediğim köylere maalesef gidemedik ama ben köy ve kasabaların adlarını size veriyorum dilerseniz listenize alabilirsiniz
  Ayrıca Amsterdam'dan alacağının bir turla çevre köylere gezilebiliyormuş. Bunları da tercih edebilirsiniz. Araştırdığım bilgilerde Amsterdam'da Damark 34 numarada yer alan ''Tours and Tickets'' şirketinden ''Volendam, Marken ve Zaanse Schanse''  üçlüsünü kapsayan tur 32 euroya 4,5 saatlik bir turla gezebiliyorsunuz. Ayrıca yarım saatte bir kalkan ''Amsterdam Central Station '' yanındanbulunan 110-111-118 nolu otobüslerle direk Volendam'a 6 euro karşılığında gelebiliyorsunuz. Gezmek isterseniz araştırmakta fayda var.

   Bu çevre köyler yukarıda listesini verdiğim köy ve kasabalar. Bunların en önemli üçlüsü Volendam Edam ve Marken kasabaları. Buraya kadar da küçük köyler de var.

Tanıtım filmi aşağıdaki linkten bulabilirsiniz.

https://www.youtube.com/watch?time_continue=44&v=tB89FwOms_g

https://www.youtube.com/watch?v=RUdA72ymayg

  Biz Volendam' a varır varmaz bir otopark aradık kasabanın çok dışında olmasa da için en yakın bir yerlerde park ettik ve sahile doğru şehri gezerek gittik.































   Volendam' a vardık. Hava kapalı olmasına rağmen Kasaba çok hoş görünüyor. Kuzey ülkelerinin şehir planlaması var. Burada bir şeyler yemeği planlıyoruz ama kasabayı biraz gezelim dedik.


  Volendam Ij körfezinin (Kuzey denizine bağlanan kanal) körfezinin yakınında bulunan Edam limanın yeriymiş eskiden.1357 yılında Edam sakinleri Zuiderzee'ye kendilerine ait ayrı bir liman inşa etmişler. Edama kurulan bu liman sonrası Vollendam buradaki barajı doldurarak bölgeyi ev arazisi için kullanmış. Zamanla çiftçiler balıkçılar buraya yerleşerek Vollendam kasabasını oluşturmuşlar. 


  Tam olarak doldurulmuş baraj anlamına gelen Vollendam eski balıkçı teknelerinin çekildiği ve hala bazı sakinleri tarafından da giyilen geleneksel kıyafetleri ile tanınan Hollanda'da popüler bir turistik mekan haline dönüşmüş çok şirin bir kasaba.


  Kasabanın uzun şirin bir sahil yolu var. Sahilde hediyelik eşya dükkanları balık lokantaları diğer yiyecek dükkanları geleneksel yöre eşyaları satan dükkanlar ve harika kuzey evlerini anımsatan evleri görebilirsiniz.







  20.yüzyılın başlarında hem Picasso hemde Renoir bu kasabadan etkilenmiş ve burada zaman geçirmişlerdir. Zamanla da birçok sanatçını ziyaret edildiği bir yer haline gelmiş.





  Tahta terlikler bu yörelerin geleneksel bir kıyafeti. Volendam'ın çoğu yaşlı olan kadınların bazıları hala Hollanda'nın geleneksel kostümlerini giyiyorlar. 

















 Sahilden ayrılarak kasabanın içlerine gittik. Bu arada sahilde o kadar balık yapan yer  görmemize rağmen bir türlü girip karnımızı doyuracak bir yer bulamadık.


  Bu arada sahilden Marken'e düzenli bir feribot bağlantısı da bulunmakta. Kış aylarında çalışmıyormuş dikkat ediniz.


 Kasabada önemli bir de Roma katolik kilisesi de bulunmakta. Aslında 1860 yılına kadar bu köyde bir kilise yokmuş, halk ibadetini yapmak için Edam kasabasına gidiyormuş. Halkın yoğun talebi üzerine köye Neo-Barok tarzda olan Aziz Vincenzo adına adanan bu kilise kurulmuş.



  St Vincentius kilisesinde 2009 yılında bir yıldırım çarpması sonucunda en nadide parçalarından biri olan klavyelerine zarar gelmiş.
  Nüfusun çoğunluğu köy kültürüne bağlı olup Roma Katolik kilisesine gitmekteymiş.Tarihte Volendam'da birçok misyoner ve psikopas büyümüş. 



 Ayrıca geleneksel kıyafetlerin ve giyim tarzının sergilendiği küçük bir köy müzesi de Vollenda'da bulunmakta.


   Kasabadaki evler çok güzel görünüyor. Evlerin pencerelerinin ayrıntıları gerçekten çok hoş. Sokaklar çok düzgün temiz bak bak bitmiyor. Sakin ama hareketli geleneksel ama modern ....böyle bir yer işte.













    Köyden ayrıldık. Bir pastahaneden sandviç ve içecek aldık, yol kenarında okyanusun ve rüzgarın sesini dinleyerek karnımızı doyurduk.




   Bu rüya gibi yerden ayrıldık ve yol üzerinde Putten kasabasında Camping otel Hof Van Putten de kaldık.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder